Bazen yapılar dile gelir Beyoğlu'nu anlatır. Geçmişe duyulan özlem, belki pişmanlık binaların gözünde somutlaşır. Fonda birbirine çarpan bira bardaklarının sesi duyulur…
Leyla Ruhan Okyay / "O öpüş kaldı", Gölgesi Güz
"…Nevizade sokağının başında oturmuş elli yıldır izler durur olanı biteni. Eli böğründeleri, giyotinli pencereleri, cumbasıyla, pembe ev.
Maria gelince önce badanamın rengini değiştirip şampanya yaptı. Fırfırlı perdeler dikti. Dayadı döşedi. Ocak bucağı süsledi. Sedirleri fitilli püsküllü etekler, halı yastıklarla donattı.
Gelinlik diken bir modaevinde çalışır, annesi ve kardeşleriyle yaşardı. Hiç evlenmedi, kimseleri de istemedi.
Artık ne Müberra hanım var, ne de Maria. İkisi de bırakıp gittiler. Hele Müberra Hanım mahalleye bile uğramaz oldu. Odalarım bomboş artık, onların sıcaklığından, seslerinden yoksun…
…Pırıl pırıl camlarımla izlerdim sokağı, çocukları. Rengim daha bir pembe, daha bir canlıydı. Üçüncü derece tarihi eser olmadan önce.
Maria, mahallenin gülü, sevdalısıydı. Saçları hep bigudili, hep süslü. Hamdi Bey'e olan aşkıyla ünlü Maria. Şarkıları çın çın öterdi onu gördüğü günlerde. Ama yüreği hep yaralı. Annesi ölüp kardeşleri de gidince ödeyemez oldu kirayı. Aynı mahallede küçük bir eve taşındı. Ama beni hiç unutmadı. Ben de onu. Perdelerini, aynasını da bana bıraktı. İçimde yaşıyormuş gibi.
Sonra gelenler hep garibanlardı. Hiç bakamadılar bana, kendilerine bakamadıkları gibi. Ne arapsabunlu sularla tahtalarımı fırçalayıp pakladılar, ne de kapımı bacamı onarabildiler. Taşıyıcılarımı kurtlar kemirdi hep. Günden güne bel verdim, kamburlaştım.
O güzelim sokak masalarla dolu şimdi. Çocuklar çelik çomak, saklambaç oynamıyorlar artık. Ev geçindirme, karın doyurma kaygısına düşmüşler. Oyunları, gülüşleri, yaramazlıkları çok gerilerde kalmış. Belki de hiç yaşanmamış…
…Binaların balkonlarından, pencerelerinden yarı beline kadar sarkmış gri atletli adamlar sokağı izliyorlar. Kırlangıç sesleri, midye dolma satıcıları arasındaki şenlikli konuşmaları, politik tartışmaları, kaçamak yapan sevgililerin kadeh tokuşturmalarını dinliyorlar.
Uzaklardan gelip bekar odalarına tıkılmış kaçaklar, mülteciler, işsizler….
…Önce çatıdan başladılar yıkmaya, sonra duvarları yıktılar. Perdeleri, cumbası, aynadaki kırmızı rujlu dudak görüntüsü, "önce soğan soldurulur" tümcesi, gülüşler ve o öpüş!.. Moloz yığınının altında kaldı! Yüreği durdu pembe evin. Düşünemez, izleyemez oldu sokağını.
Üçüncü derece tarihi eser olduğundan onarılmasına gerek duyulmadı. Yalnızca arşivde rölövesi, fotoğraflarda görüntüsü kaldı. Dev bir sabun kalıbı diktiler yerine. Kapısına da "Güzel Çarşı" yazdılar. Maria geçemez oldu önünden. Üstüne üstüne geldi koca bina…"