Ah o eski İstanbul mu demeli? Beyoğlu'na çıkarken giyilen takım elbiseleri, kravatları nereden bulmalı?
Aydın Boysan / "Beyoğlu'na çıkmak", İstanbul'un Kuytu Köşeleri
Ne demekti "Beyoğlu'na çıkmak" ?... Öylesine önemliydi ki, yüreğimiz oynardı, bu iki sözcük söylenince…
1930'lu yıllar. İstanbul nüfusu yarım milyonun üstünde ama, bir milyonun da altındaydı. Tam sayı mı? Hiç önemi yok! Zaten doğrusunu hiçbir zaman bilemedik. İşte Beyoğlu, işte o minnacık İstanbul'un kalbi… Sanat ve kültür merkezi… Üstün kaliteli her şey orada. Tiyatrolar, sinemalar, restoranlar, eğlence yerleri falan.
İstanbul vahşi miktarda nüfusu sırtına alıp inlemeye başlamadan, merkezler dağılmadan önce… Başka her yer, cansızdı... Bağdat Caddesi'nde tek bir dükkan yok! Şehzadebaşı'nı ölümden kurtaran Naşit tiyatrosu ile birkaç harap sinema var. Serserilik öylesine diz boyu ki, bu sinemalarda seyirci ensesinde sigara bile söndürülüyor.
Hemen özetleyelim: Beyoğlu, İstanbul'un canı cennetiydi.
Eh, cennete de nasıl gidilecek? Elbet ütülü pantolonla… İsterse kıçı süvari yamalı olsun. Gömlek, eğer yalnız bir gün giyilmişse, idare eder. Ben kravattan yana refah içindeyim. Tek bir kravatım var ama, var. Benden beş yaş büyüt kuzenimin Mübin'in hediyesi. Kullanılmış falan ama, saf ipek… Lacivert fon üzerine, yamuk kırmızı ve sarı çizgileri var. Arkadaşlarım da tek kravat da yok. Babalarından kravat yürütüyorlar.
Ya Aksaray'dan, Laleli'den Beyoğlu'na nasıl mı çıkılacak? Kolay… Şehzadebaşı'na yürüyüp Harbiye Fatih tramvayına, Beyazıt'a yürüyüp Maçka Beyazıt'a binilecek. Bütün o çok tutumlu şartlarımıza karşın, öğrenciye 2 (evet iki) kuruş gibi, ehven bir masraf yetiyor.