Soyut Bir İnanç: Jubilee Kilisesi’nde Beyazın Kutsallığı

Berke Beytur, Öğrenci, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Mimarlık Bölümü / 09 Ekim 2025
Bu metin, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Mimarlık Bölümü’nde Doç. Dr. Işıl Uçman tarafından 2024–25 Bahar döneminde yürütülen “Mimari Tasarım Yaklaşımları” (Architectural Design Approaches) dersi kapsamında hazırlanmıştır. Ders, mimarlığın modernite kaygısına verdiği kuramsal ve pratik yanıtları temel metinler üzerinden tartışır; mimarlık söylemlerini, kavramsal eğilimleri ve temsil biçimlerini eleştirel biçimde inceler. Bu bağlamda yürütülen “Mimar Takıntıları” başlıklı final çalışmasında öğrencilerden Berke Beytur, Richard Meier’in tasarımlarında beyaz rengin tekrarlayan kullanımı ve bu tercihin modernist estetik anlayışıyla ilişkisini irdeleyen bir metin sunmuştur.*

Dış mekân fotoğraf kaynak: https://alankarchmer.com/richard-meier-partners

Richard Meier, 20. yüzyılın son çeyreğinde modernist mirası soyutluk, geometri ve beyazlıkla yeniden yorumlayan önemli bir mimar olarak öne çıkar. Meier’in mimari anlayışı; Le Corbusier’den miras aldığı form dilini, ışıkla kurduğu hassas ilişki ve beyaz rengin ideolojik kullanımıyla derinleştirir. Bu yaklaşım, özellikle postmodern mimarinin çeşitlendiği ve farklı arayışların yoğunlaştığı bir dönemde, modernizmin saf ve evrensel değerlerini koruma ve yeniden yorumlama çabası olarak da okunabilir. Bu bağlamda ele alınan Jubilee Kilisesi (1996–2003), Meier’in tasarım yaklaşımının hem temsili hem de zirve noktalarından biridir. Roma’nın Tor Tre Teste bölgesinde konumlanan bu ibadet yapısı, sadece bir dini mekân değil, aynı zamanda Meier’in mimari söyleminin, kutsallığı, soyutluğu ve ışığı form üzerinden yorumlayan güçlü bir dışavurumudur. Bu projenin ele alınmasının başlıca sebebi, Meier’in beyazı bir anlam taşıyıcısı olarak en rafine biçimde kullandığı ve mimari kaygılarının (özellikle mekânsal deneyim, ışığın ve gölgenin yaratıcı kullanımı ve formun soyut ifadesi) güçlü bir şekilde görünür olduğu yapı olmasıdır. Beyaz rengin mimari dilde taşıdığı anlam üzerinden Meier’in Jubilee Kilisesi’nde ortaya koyduğu tasarım kaygısı analiz edilmektedir. Dolayısıyla, bu çalışma Jubilee Kilisesi üzerinden beyazın bir mekânsal ideoloji olarak nasıl kurulduğunu ve bu tercihin mimarlık söylemi içindeki yerini tartışmaktır.

Fotoğraf kaynak:
https://www.archpaper.com/2021/06/richard-meier-retires-eponymous-firm-changes-name-and-restructures/

Jubilee Kilisesi’nin mimari kurgusu, Meier’in beyaz renge yüklediği bu çok katmanlı anlamı biçim, ışık ve malzeme üzerinden nasıl somutlaştırdığını göstermesi açısından oldukça çarpıcıdır. Meier’in mimarlığında “beyaz”, yalnızca biçimsel ya da estetik bir tercih değil; düşünsel bir duruşun, ideolojik bir tavrın taşıyıcısıdır. Beyaz, onun için ışığın mekânı kurma potansiyelini en açık biçimde ortaya çıkaran, çevresiyle kurduğu ilişkiyi hassaslaştıran ve yapının kendi iç mantığını görünür kılan bir araçtır. Le Corbusier’den miras aldığı “ışık, mekânın aracı ve içeriğidir” anlayışı, Meier’de beyaz aracılığıyla yeniden yorumlanmıştır. Beyazın bu anlam katmanlı kullanımı, mimarın tasarıma yaklaşımında üç temel kaygıya işaret eder; ışıkla kurulan ilişki, soyutlama arayışı ve kutsallık duygusunun yansıtılması. Meier, özellikle dini yapılarda beyazı, dünyevi olanı arka plana iten ve kullanıcıyı neredeyse manevi bir farkındalığa taşıyan bir ortam yaratmanın aracı olarak kullanır. Bu bağlamda beyaz; görünürlükten çok hissedilirliğe, detaydan çok bütünselliğe vurgu yapan bir mimari dile dönüşür. Jubilee Kilisesi bu yaklaşımın neredeyse arketipsel bir örneğidir. Beyaz burada yalnızca bir renk ya da yüzey değil, tüm mekânsal deneyimi kuran ve yönlendiren bir düşünce sistemine dönüşmektedir.

Jubilee Kilisesi’nin mimari kompozisyonu, Richard Meier’in ışık, soyut form ve kutsallık kavramlarını mekânda nasıl somutlaştırdığını gösteren bir anlatı kurgusu gibidir. Yapının en dikkat çekici unsuru olan üç büyük eğrisel kabuk yapı, hem biçimsel hem de simgesel düzeyde çok katmanlı anlamlar taşır. Bu kabuklar, ilk bakışta bir yelkeni, dua eden elleri ya da Tanrı’nın koruyuculuğunu simgeler şekilde yorumlanabilir. Ancak Meier’in yaklaşımı açısından bu eğriler, yapının yalnızca sembolik değil, ışığı yönlendiren ve mekâna kutsallık kazandıran birer mimari araca dönüşür. Işık, yapının taşıyıcı bir bileşenidir. Güneş ışığı, kabukların arasındaki boşluklardan ve çatıya yerleştirilmiş üst pencerelerden içeri alınarak, günün farklı saatlerinde mekânın atmosferini sürekli dönüştürür. Özellikle doğu cephesinden alınan sabah ışığı ile batıdan gelen akşam ışığı, iç mekânda zamanın ve yönün hissedilmesini sağlar. Bu, ibadet gibi ritüel temelli bir mekânda, günün döngüsünü deneyimleme ve zamanı ruhsal olarak algılama açısından anlamlıdır. Işıkla oynanan bu mekânsal kurgu, beyaz yüzeyler sayesinde daha da vurgulu hâle gelir. Beyaz yüzeyler ışığı yansıtarak, gölgeleri keskinleştirir ve mimari hacimleri belirginleştirir. Böylece yapı içindeki deneyim yalnızca görsel değil, aynı zamanda duygusal ve sezgisel bir boyut kazanır.

İç mekândan fotoğraflar kaynak:
https://www.federicopassi.com/architecture-photography/architecture-richard-meier-jubilee-church/

Jubilee Kilisesi’nde kullanılan özel formülasyonlu beyaz beton, yapının hem estetik hem de yapısal bütünlüğünü sağlayan temel malzemedir. Meier, bu malzemeyi yalnızca bir kaplama ya da yüzey değil, tüm yapının taşıyıcı ve biçimlendirici elemanı olarak kullanmıştır. Beyaz betonun yüzeyindeki pürüzsüzlük ve dokusuzluk, mimarın soyutlama arayışını doğrudan yansıtır. Bu tercihle birlikte yapı, herhangi bir yerel ya da tarihsel referanstan arındırılmış, zamansız bir mekânsallık kazanır. Malzemenin bu denli soyutlaştırılmış kullanımı, ibadet mekânının dünyevi izlerden arındırılarak daha saf bir ruhsal atmosfer sunmasına hizmet eder. Jubilee Kilisesi’nin yüzeylerinde hiçbir süsleme, eklemlenmiş detay ya da gereksiz dokusal öğe bulunmaz; bu sadelik, Meier’in modernist mirasla kurduğu ilişkiyi de gösterir. Le Corbusier’nin “formların saflığı” anlayışı, burada hem biçimsel hem de malzeme düzeyinde yeniden yorumlanır. Ayrıca, beyaz beton sayesinde elde edilen yüzey bütünlüğü, ışığın yapı içindeki davranışını doğrudan etkiler. Gölgeler yüzeyde net şekilde izlenebilir, gün ışığı yapının hacmini yeniden şekillendirir. Bu etkileşim, yalnızca bir görsel deneyim değil, aynı zamanda yapının sezgisel algısına da katkı sunar. Kullanıcı için yapı; somut duvarlar, kütleler ya da taşıyıcı sistemlerden çok, ışıkla var olan ve ışıkla biçimlenen bir boşluk gibi hissedilir.

Richard Meier’in Jubilee Kilisesi aracılığıyla ortaya koyduğu mimari yaklaşım, modern mimarlık söyleminin geç 20. yüzyıldaki yeniden yorumlanma sürecine de önemli bir katkı sunar. Yapı, postmodernizmin kimlik, bağlam ve çoğulculuk arayışları içinde geleneksel sembolizme yöneldiği bir dönemde; sadelik, soyutluk ve evrensellik gibi modernist ilkeleri yeniden savunur. Meier, bu projede Le Corbusier’nin Ronchamp Şapeli’nde kurduğu “manevi mekân” fikrini anımsatsa da, biçimsel olarak çok daha rasyonel, geometrik ve sistematik bir dil kullanır.

Jubilee Kilisesi, bir yandan Meier’in “beyaz mimarlık” olarak anılan söyleminin bir devamı; diğer yandan da bu söylemin en ileri düzeydeki yorumu olarak okunabilir. Beyazın bu denli baskın kullanımı kimi eleştirmenlerce “tekdüze” ya da “evrenselliğe fazla vurgu yapan” bir tavır olarak değerlendirilmiştir. Ancak yapı, kullanıcı deneyimi üzerinden okunduğunda bu sadeliğin bir sınır değil, bilinçli bir mimari tercih olduğu anlaşılır. Işıkla değişen yüzeyler, zamanı ve atmosferi mekânın aktif bir bileşeni hâline getirir. Yapı akademik çevrelerde hem modernizmin dirençli biçimde güncellenmesi hem de dini yapı tasarımında soyutlamanın gücünü göstermesi bakımından sıkça referans verilerek değerlendirilmiştir. Meier’in Jubilee Kilisesi, mimarlık söyleminde “formun kutsallıkla ilişkisi” üzerine yapılan tartışmalarda, biçimsel sadeliğin spiritüel derinlik üretme kapasitesine güçlü bir örnek olarak gösterilir. Bu yönüyle yapı, çağdaş mimarlıkta hem eleştirel hem de öğretici bir duruş sergiler.

Sonuç olarak Richard Meier’in Jubilee Kilisesi, beyazın mimarlıkta sadece bir estetik tercih değil, mekânsal ve düşünsel bir araç olarak nasıl işlevselleştirilebileceğini gösteren nadir örneklerden biridir. Bu yapı, mimarlığın soyut kavramlarla (ışık, kutsallık, zaman, saflık) nasıl somutlaştırılabileceğine dair güçlü bir söylem üretir. Meier’in beyaza yüklediği anlamlar, yalnızca tasarım biçimlerine değil, kullanıcı deneyimine de doğrudan yansır. Yapının içinden geçen biri için mimarlık, bir forma değil, bir atmosfere, bir hissiyata dönüşür. Kendi değerlendirmeme göre Jubilee Kilisesi, mimarlığın çağdaş söylemi içinde “fazla soyut” ya da “fazla steril” bulunabilecek bir dili, ibadet mekânına dönüştürmede şaşırtıcı derecede etkili bir örnek sunar. Meier’in ışıkla kurduğu ilişki, yalnızca görsel değil; zamanla, ritüelle ve sezgiyle de bağlantılıdır. Bu çok katmanlı yaklaşım, mimarlığı salt işlevsel ya da biçimsel olmaktan çıkarır; düşünsel bir üretime dönüştürür. Bu nedenle Jubilee Kilisesi, hem Meier’in beyaz estetiğinin zirve noktası hem de mimarlığın anlam üretme kapasitesine dair güçlü bir hatırlatmadır. Bu yönüyle yapı, mimarlığın sezgisel boyutuna yaptığı katkıyla yalnızca döneminin değil, çağdaş mimarlığın da önemli yapı taşlarından biri olarak değerlendirilebilir.

Kaynakça

https://www.inexhibit.com/marker/richard-meier-whiteness-makes-you-more-aware-of-the-colors-of- nature/

https://www.atlantis-press.com/article/125984426.pdf

https://www.archdaily.com/437459/happy-birthday-richard-meier

https://www.scientific.net/AMR.598.67 


Etiketler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :