1972'nin yaz günlerinden birinde, sıcak bir öğleden sonrası... Burgaz Adası'nda bir eve iki aile konuk oluyor. Ev, Turgut Cansever ailesinin evi; Cansever, birkaç yıl önce tamamladığı restorasyon çalışmasının ardından, yaz aylarını, ailesiyle birlikte bu evde geçiriyor. O gün Cansever ailesine konuk olanlar ise Sevim Burak ve eşi Ömer Uluç ile Sarkis - Işıl Zabunyan çifti ve kızları Elvan.

1972'de üç ailenin buluştuğu Burgaz Adasındaki evin günümüzdeki görünümü. Fotoğraf: Ayşe Orbay.
Bu buluşma hemen keyifli bir sohbete dönüşmüş olmalı. Turgut Cansever'i yakından tanıyanlar, sohbetin hakim kişisinin o olduğunu tahmin edecektir. Cansever'in, Bodrum'daki Demir Evleri çalışmasını heyecanla anlattığını Sarkis bugün de anımsıyor. Cumhuriyet mimarlığının büyük ustasının anlattıkları bundan ibaret olmasa gerek; Osmanlı kentinden Osmanlı mimarlığına uzanan, 1970'lerde büyük bir dönüşüm yaşamakta olan İstanbul'u konu alan görüşlerini coşkuyla dile getirdiğini tahmin etmek, -yine Cansever'i tanıyanlar için- zor olmaz.
Bu buluşmadan bir süre sonra Sevim Burak, sık sık mektuplaştığı Işıl Zabunyan'a bir metnini gönderir. "MUT.." başlıklı bu metin, bir de ithaf taşımaktadır: "Sayın Turgut Cansever'e". Burak'ın metni Işıl Zabunyan'a gönderme nedeni, adadaki buluşmada onun da bulunması olmalı. Bu ithafta "Sayın" ifadesi dikkat çekiyor. Yakın bir dosta, bir arkadaşa yönelik bir ithaf değil bu. Belli ki, Turgut Cansever'in mesleğindeki saygınlığını, engin bilgi birikimini, dahası bilgeliğini öne çıkaran bir ithafla karşı karşıyayız. Metin okunduğunda bu ithafın nedeni daha da açık olarak ortaya çıkıyor: Sevim Burak, kendi kenti olan ve giderek değişen İstanbul'da, "kentliyi" dışlayan/yok sayan rant odaklı dönüşümle ve dönüşümün aktörleriyle hesaplaşmaya girişiyor ve bunu, kendi poetikasının tüm parlaklığıyla metne aktarıyor. Şurası çok açık: Burak'ın metni Cansever'e ithaf etmesi bir jestin çok ötesinde, başka bir deyişle Turgut Cansever bu metnin doğurucu (générateur) kişisi, metin ona yazılmış (1).

MUT..'un, Sevim Burak'ın daktilosundan çıkmış ilk sayfası.
Sevim Burak'ın metni 1983'e dek saklı kalıyor. Metnin, yazılmasından yaklaşık on yıl sonra ve Burak bu dünyadan ayrılmadan yedi ay önce, Mayıs 1983'te, Türk Dili dergisinde yayımlandığı görülüyor (2). Burak'ın daktilosundan çıkma metinle karşılaştırıldığında, metnin yürürlükteki TDK yazım kurallarına göre "düzeltildiğini", ancak asıl büyük değişikliğin Cansever'e ithafın ortadan kalkması olduğunu saptıyoruz. Sevim Burak metni dergiye gönderirken, metnin doğuşuna neden olduğu neredeyse kuşku götürmez olan Cansever'in adını -bilemeyeceğimiz bir nedenle- silmiş olmalı (3).
"MUT..", yıllar boyunca çekmecelerde saklı kaldıktan sonra, bu kez de Türk Dili dergisinin sayfaları arasında unutulur. Ölümünün ardından Burak üzerine yapılmış çalışmaların hiçbirinde bu metinden söz edilmez. Metnin yeniden ortaya çıkması, Burak'ın ölümünden on yıl sonra, 1993'te, Nisan Yayınları'nın Sevim Burak Bütün Eserleri üst başlığıyla tüm metinleri yayımlamaya başlamasıyla gerçekleşir (4).
"MUT..", dizinin ikinci kitabı olan ve Burak'ın ölümünden önce yayımlanmamış metinleri içerdiği belirtilen Palyaço Ruşen'de yer alan metinlerden biridir ve Cansever'e ithaf bu basımda da yoktur (5).
Ayrıca, metnin sayfa ve tipografi düzeni yeniden tasarlanmış, Sevim Burak metinlerinin ayırıcı özelliği olan özgün biçim tümüyle yok olmuştur.
Sevim Burak'ın "MUT.." başlıklı bu metni, yazarın daktilosundan çıkmış ithaf yazısıyla -ve ithafın öyküsüyle- ilk kez yayımlanıyor; bunun yazın tarihine anlamlı bir katkı oluşturacağını düşünüyorum.
________
Yazan: Sevim Burak
Sayın Turgut Cansever'e
M U T..
Gene bir hücuma uğrayacağız.
Nerden mi geliyorlar?
Bilmiyorum.
Genç bir ülke bize saldırıyor.
Ne mi istiyorlar?
Hiiiç...
Bizi sevmiyorlar
Neden mi?
YAŞLI olmamız
Bu yetmez mi?
Ellerinde T CETVELİ gittikleri günü unutmuş gibi genç ülke
Evlâtlarımız
Evlâtlarımızın evlâtları
Torunlarımız
Torunlarımızın çocukları olacak nerdeyse
O KADAR YAŞLIYIZ ki bizi tanımıyorlar
YAPICI olsun diye gönderdik
YIKICI geldiler
Evimizi başımıza yıktılar
Ayakları su içinde yaşlanmış yalılarımızı tanımıyormuş gibi bu genç ülke hem de yabancıymış gibi şöyle hainane tepeden, koparıp alıcı bir atmaca gözüyle baktıktan sonra -öyle uzun bir bakış ki- bu bakışta kafasının içindeki hainane planı eviriyor, çeviriyor, tartıyor kendi hesabına uydurduktan sonra ancak evimizin kapısını çalıyor onların deyimiyle “MUTLULUK” teklifleriyle kandırıp, parayı verirken de “MUTLU MUSUNUZ?”
Kaç kez kulağımla duydum
MUTLU MUSUN
MUTLU MUSUNUZ
MUTLU MUYUZ
MUTLU MU
MUTLU
MUT
Yahu bırakın şu MUT
VERMEM EVİMİ
VER EVİNİ
VERMEM
OLDU
NE OLDU
Yahu bırakın şu OLDU
Hiçbir şey olmadı
VERMEM EVİMİ
Yeni düşmanlarım her sabah önümden geçiyorlar
RAP RAP RAP
Asker gibi
SELAM!
SELAM!
(Eskiden adamlar/ en yüceleri/ Profesörler bile yalnız yürür kendi kendine konuşurlardı/ daracık sokaklarda/ o kadar dar ki/ alçaktan uçan bir yarasa bu dar sokakta kendi kendine giden ve konuşan adamlara çarpabilirdi/ bundan önceki düşmanlarımız böyleydi bu düşmanlarımızı hürmetle izlerdik/ ya yarınki dersini ve sûrelerini ezberleyen Medrese talebesi –ya lügat okuyan ve mor kalemi diline götürüp ıslatarak yürürken bile elindeki deftere not alarak lügatı takip eden bir mütercimdi.)
Eğer onların yanında yanılıp da ceddinizden bahsedecek olursanız “benim ecdadım şunlara dayanır”, “bunlara dayanır” diye ağzınızdan kaçırırsanız genç ülke sizi alaya alır/ eski fotoğrafınızı aranjman yapan yeni bir dansöz resmiyle montaj yapar ve gazeteye basar/babanızı ve sizi Taht’a çıkarır/bakarsanız babanızın fesini maymuna giydirip bir Osmanlı pulu ve yanında sizin gençlik resminiz orta kapak olmuşsunuz/ “bu budur” “şu şudur” “şu şudur” diyenlere “hayır” “bu şudur” “şu budur” “şu şudur” dersiniz “hayır” “bu şu değildir” “şu bu değildir” “şu şu değildir” onlar da size/ ....gene HAYIR... siz eliniz kalbinizde/ eski divana uzanırsınız bir elinde iğne doktor size yaklaşır “sen hiçbir şeye karışma” “köşede otur” “hiç ağzını açma” “otur keyfine bak” diye MORAL verirler/
MORAL VERMEK NEDİR?
MORAL NASIL VERİLİR?
MORAL NASIL ALINIR?
MORAL VERMEK
MORAL
MOR
Bırakın yahu şu
MOR
(Kimseye zararı olmayan anılarınızdan söz ederseniz eski çeyiz sandığınızdan selvi biçiminde kesilmiş sedeflerle
Çeyiz sandığı süsleriyle (o da yoklara karışmış)
Dört ayaklı çiçek yüzlü kuşlarla (o da yoklara karışmış)
Armut biçiminde Maşaallah’larla
Hak Tû Alâ Kırmızı Horoz (o da yoklara karışmış)
Firkete oyaları biçiminde şekillerle
Maşaallah biçiminde yazılarla
Topaçlar kubbelerle böyle nereye gidiyorsunuz diye soruyorlar
Oysa biz çocukken o kubbelerin içinde küçük çarşılar yapmıştık
Bakkal dükkânı ve teraziler de yaptık
Ve orada alışveriş de oldu
Ama şimdi bu küçük çarşılar da YOK’lara karıştı.)
Şimdi değiştim
Çok değiştim
Genç kız makyajı yaptım
Eski ihtiyar işi bol elbisemi çıkartıp mini etek giydim kirpiklerimi rimellettim yanaklarıma elma şekeri allık yüzüme beyaz taş pudra sürdüm sarıya boyatıp kabarttım en diplerini siyah bıraktım mahsus süs olsun diye/içine kıvırttım üstüne mizampli yaptırdım sonra fön çektirdim üstüne perma yaptırdım gene üstüne Afro yaptırdım/ sonra arslan başı yaptırdım ondan sonra köpek başı yaptırdım saçlarımı kestirdim/ sonra berbere “kulaklarımı da kestirdim” “kaşlarımı da alın” dedim berber en büyük ve en yetkin bir berberdi kaşlarımı aldı kaşlarımdan sonra “kirpiklerimi de aldıracağım efendim” dedim/herkes sustu –EKO YATIRIM REKLAMI gibi bir saniye– Yoklar’la konuşurum/ susanlardan biri bakmış olabilir/o yan gözle bakışını koparıp aldım/ sakladım/çaldım da diyebilirim/ çantama koydum çünkü konuşma diye bir şey yok benim için/her şey sessiz ve boş/ ve suskunluktan/başkalarından kopardığım sessizlikle başka yerlerde de konuşuyorum kendime/içimden zaman zaman/ o sessizlikten daracık dehlizler ve incecik iplik gibi yollar açıp bir kısmını da başka yerlere taşıyorum/ şüphesiz benim için önemli olan bu boşluklar ve bu boşlukların kendisi (YOKLAR)la konuşmayı başardım/ Yok’larla konuşmak için güçlü bir arzu ister/ bazı işaretlerle verilecek ipuçları/hareketlerle (yüz çeşit konuşma aracı ile kendinden bahsetme imkânı/her çeşit kas çalışmaları/ her türlü hareketlerle/taklit etme ihtiyacı/ağlama ve ağlama ihtiyacıyla beraber) her iç kas hareketinin yanında damarların durumuna kanda kan dolaşımına/bedende/renkte/ salgılarda yaratılan içten gelen her kelime/ kolların/bacakların/kımıldamasına/ araçların yürümesine/bir ordunun rap rap ilerlemesine/çekilmesine yeter de artar bile/konuşurken en yüksek uyarım noktasına ulaşır/ kelimenin anlamını binle çarparak büyütür YOK’larla konuşurken/ o konuşulmadan söylenen acılar da eski acılar da değildir herhalde/öyle yetkindir ki YOK’larla konuşan insan/yalnız ağzı ile değil burnu ile de konuşur O/ eliyle değil ayağı ile de yazar/
Ben gül bahçemde oturup düşmanlarıma gül veriyorum burun burunayız
Ben dayanıyorum
Oturduğum şezlong da benim kadar dayanıklıdır
Yerimden kalkmıyorum
Konuşmuyorum da
Sadece gülümsüyorum
Ne istediklerini bilmiyorum
Ben bir gül uzatsam öbek öbek dolu ve azgın bir çiçek olan yabani karanfillere bakıyorlar (köküyle çıkar bu adi karanfiller adi olduğu için toprağıyla kurduyla) üşeniyorum fakat zahmete değer –hemen yanımdan bir tane söküp veriyorum– adi karanfilin kökleri sallanıyor yerlere dökülüyor toprakları –bu sefer güllere bakıyorlar hangisini alacaklarına karar veremiyorlar– böyle ne kadar sürecek bu bilemiyorum – gayet ciddi beni görmemiş gibi – ben yokmuşum gibi çıkıp gidiyorlar – hiç bahçeme girmemişler gibi...
Ben kedi yüzlü iki renk mor sarı kadifeden yapılmış gibi hercaimenekşe koparıyorum koklar diye –O cadde boyu bahçe duvarlarına tırmanan morumsu pembe boru çiçeklerine doğru–
Ben boru çiçeğine koşup yetiş
O geri dön hercaimenekşeyi al
Ben orda YOKMUŞUM
Sen çıkıp git
Gayet ciddi hiç bahçeme girmemiş gibi
Ben koş
Ben yetiş
Ben git
Ben dön
Ben dur
Ben bağır
Ben kokla
Ben SUS
Kitap-lık 240, Ekim - Kasım 2025'ten, düzelterek.
*
(1) Burak'ın metnini bana ileten Sarkis - Işıl Zabunyan çifti oldu. Metnin Turgut Cansever'e ithaf edilmiş olması onların da ilgisini çekmişti.
(2) Sevim Burak, MUT... (Öykü), Türk Dili, Sayı 377, Mayıs 1983, s.299-308.
(3) Yapı Kredi Yayınları'nın arşivinde bulunan bir kopyada, ilk sayfanın Cansever ithafı kaldırılarak aynı daktiloda yeniden yazıldığı görülüyor. Bu kopyanın üst köşesinde, Burak'a ait olduğu kuşkulu bir el yazısıyla "Münevver Ayaşlı'ya" notu yer alıyor; bu notun -yeri ve yazılış biçimiyle- bir ithaf olmadığını düşünüyorum.
(4) Bu dizi, oldukça özenli bir baskı kalitesine sahip olmasına karşın, Sevim Burak metinlerinin özgün biçimlerini yansıtmaktan uzaktır. Özellikle dizinin ilk kitabı olan Yanık Saraylar, bu nedenle eleştirilere konu olmuştur. Bu bağlamda bkz. Aykut Köksal, "Kitap Tasarımı ve Yanık Saraylar", Karşı Notlar, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul 2009, s.47-53.
(5) Sevim Burak, MUT, Palyaço Ruşen, Sevim Burak Bütün Eserleri 2, Nisan Yayınları, İstanbul 1993 içinde s. 49-60. (Bu kitabın 4. sayfasındaki açıklama notunda şöyle denmiş: "Palyaço Ruşen, Sevim Burak'ın ölümünden önce yayınlanmamış hikâyelerini ve hikâye parçalarını içeriyor.[...] 'Yalnızlık' dışında, bu metinler ilk defa gün ışığına çıkıyor." Türk Dili dergisindeki yayının tamamen unutulmuş olduğu bu nottan da anlaşılıyor.)