"Alternatifli çalışma geriye dönüşleri azaltıyor"
PAB'ın mimari üretimine baktığımızda, alternatif üretime önem veren bir ofis olarak bazen tek bir proje için bile çok sayıda çözüm önerisi getirdiğinizi görüyoruz. Sizi bu yönteme yönlendiren nedir?
AE: Evet, alternatifli çalışmaya önem gösteriyoruz. Bazen bir projenin sonuna kadar alternatifli çalışıyoruz. Ama bu mesela yarışma için çok doğru bir yöntem değil. Her yarışmada üç proje teslim etmek çok sıradışı bir durum. Yani öyle bir alternatif üretiminden bahsetmiyoruz. Amacımız, projenin başında beklentiyi doğru algılayıp, sunulan ilk yaklaşım modelini şekillendirmek adına farklı denemelerde bulunmak. O aşamada doğrudan bir imaj veya bir dil üzerinden hareket etmemeye çalıştığımız için bu alternatifleri bir beyin fırtınası gibi tanımlayabiliriz.
BY: Bizim üç ortak olmamızın da faydası var. Bazen bir proje bizi çok heyecanlandırdığında iki gruba ayrılıp, farklı fikirler geliştirip sonra onları çakıştırabiliyoruz. Tabi bu ofise de bir hareket katıyor. O noktada o işin sadece müşteriye yönelik bir çözüm olmadığını, aynı zamanda bizim için de bir keyif olduğunu söyleyebiliriz.
AE: Sonuçta artıları ve eksileri sağlıklı bir şekilde değerlendirebildiğiniz zaman içiniz daha ferah bir şekilde ilerleyebiliyorsunuz ve geriye dönüşler azalıyor.
Önceki bir söyleşinizde PAB'ın ilk yapılanma aşamasını geride bıraktığınızı söylüyorsunuz. Ofisin hangi aşamalardan geçtiğini daha ayrıntılı bir şekilde öğrenebilir miyiz?
PG: Sanırım o söyleşi MIT Enterprise Forum Türkiye yarışmasında başka bir bilgi havuzuyla karşı karşıya geldiğimiz döneme denk geliyor. Birincisi, çekirdek ekibin proje bazlı büyümesi modelini bir ölçüde geride bırakmıştık. Yani ölçek anlamında 5-6 kişilik daha stabil, çekirdek bir kadroya ulaşmıştık. İkincisi, inşa süreçleri devam etse de uygulamalar başlamıştı ve şantiye kontrolörlüğü gibi başka sorumluluk alanları oluşmuştu. Üçüncüsü, MIT'nin iş planı yarışmasıyla birlikte, profesyonel ofis yönetiminin ne anlama geldiğini sorguladığımız ve o düzeni oturtmaya çalıştığımız bir dönemden geçtik. Dolayısıyla bu üç önemli değişim öyle bir cevap vermemize neden olmuş. Hepimiz o dönemin bir geçiş dönemi olduğu konusunda hemfikiriz fakat ofisin duruşunda elbette radikal bir kırılmadan söz etmiyoruz. O dönem bir ivme, sıçrama tahtası oldu bizim için.
Şu anda PAB'ın tasarım felsefesini nasıl tanımlarsınız?
BY: Bizim için projeye başlama süreci çok önemli ve aslında çok da uzun sürüyor. Araştırmaya, veri toplamaya, çalışılan yerin yakın çevresini incelemeye bazen gereğinden çok zaman harcıyoruz. Ama bunun da projenin üretim aşamasında bize çok faydası oluyor. Yaptığımız her yeni projede araştırma safhasına önem veriyoruz.
PG: Yapının bağlamla kurduğu ilişki bizim için çok önemli. Bir obje olarak var olmasından ziyade çevresiyle etkileşime girebilmesini önemsiyoruz. Tabi bu, tasarım kurgusunda da ister istemez özen gösterdiğimiz bir konu. Onun öncesinde, Burçin'in dediği gibi çevre verileri doğru analiz edebilmek oldukça önemli. Sadece fiziksel verilerle yetinmeyip, sosyal ve ekonomik verileri de dikkate alıyoruz. O bölge dönüşüyorsa nasıl dönüşüyor, ne gibi eksiklikleri var? Mimarın yaptığı bina ister istemez dönüştürücü bir etki uyandırıyor çünkü çevremizde çok az sayıda nitelikli bina var. Bence Türkiye'deki mimarlar o açıdan şanslı; gerçekten çevrelerini dönüştürecek etkiye sahip yapılar yapıyorlar. Ama çoğu belki de bunun farkında değil. Daha içe dönük, obje olarak varolan yapılar üretme riski de olabiliyor. Biz onu kırmaya çalışıyoruz. Çevresiyle ilişki kurabilen, çevresini olumlu yönde dönüştürebilen, çevresinden beslenebilen yapılar elde edebilmek için de analiz safhasına önem veriyoruz. Elimizdeki verileri doğru yorumlayabilmeye çalışıyoruz. Bu süreç her projeye aynı oranda yansımıyor elbette. İşverenin beklentileri, arazinin durumu, proje süresi vs. bu konuda belirleyici oluyor. Ama bizim genel olarak böyle bir hedefimiz var.
Yaşayan Mahalleler Kentsel Tasarım Projesi, Konya, 2011
BY: Yani ismimizdeki ‘potansiyel araştırma birimi'ni artık kullanmasak da onun amacı, fikri hala içimizde.
PG: Bu bizi ezberlerden de kurtarıyor. Her yeni proje yeni bir deneyim oluyor. O zaman imgelerden de kurtulmuş oluyoruz. Az önce yarışmaları konuşurken bahsettiğimiz benzer imgelerin üretiliyor olması durumu, biraz yaşadığımız dönemle de alakalı. Her çağın birtakım moda imgeleri oluyor. ‘Potansiyel araştırma birimi' özelliğimiz, bizi hem bu moda imgelerden, hem de ezbere dayalı plan şemaları ve mekân kurgularından kurtarıyor. Her defasında yeniden sorduruyor. Bu da projelerimize olumlu bir şekilde yansıyor.
"En büyük hayalimiz kentin parçası olacak bir binayı uygulayabilmek"
O kadar niteliksiz ve az sayıda kamusal alana sahibiz ki mimarların, insanları içine alan, onlarla iletişim kuran yapılar tasarlamaları gerçekten de çok önemli.
PG: Kesinlikle. Şimdiye kadar uygulanan projelerimiz hep üniversite kampüslerinde olduğu için kısıtlı bir etki alanı ya da tek bir tip kullanıcısı var ama bizim en büyük hayalimiz, farklı kullanıcı profilleriyle etkileşime geçebilecek, çevresinde bir kamusal alan yaratabilecek yani kentin bir parçası olabilecek bir binayı uygulayabilmek.
BY: Projelerimizin geneline baktığınız zaman, en büyük derdimiz, çevresiyle olumlu etkileşim kurabilen binalar yapmak.