Mimarlık felsefenize ilişkin bir tanımlamada bulunmanızı istesek... "Yerkürenin tamamı için projeler üretiyoruz" şeklinde bir mottonuz var…
GE: Bence o vizyon hakikaten çok önemli. Sadece belli bir yere odaklanmak sınırları peşinen kabul etmek oluyor. Dolayısıyla tasarımla ilgili sınırlarınızı da peşinen ortaya koyuyorsunuz. Ama dünyanın tamamına baktığınızda kendinizi de sorgular hale geliyorsunuz: Acaba doğru mu yapıyoruz? Onlar başka yapıyor ama koşulları neler? Bu koşulları buraya nasıl taşımalıyız?
SE: Gazetedeki bir köşe yazısında, "İnsan ne zaman ölür?" sorusu soruluyordu. Yanıt da şuydu: Öldükten sonra sizin hakkınızda en çok konuşan çocuklarınız ve tanıdıklarınızdır. Etrafınızdakiler de göçtükten sonra, eğer arkanızda size dair hatırlanacak bir şey bırakmadıysanız işte o zaman gerçekten ölmüşsünüz demektir. Sonuçta bizim meslek olarak biraz sanat da yaptığımızı düşünüyorum. Nasıl ki eski müzisyenlerin besteleri bugüne ulaşıyorsa, biz de arkamızda bir şeyler bırakmak istiyoruz. Yani mecazi anlamda ölümsüzlüğün peşindeyiz. İnsanlığa bir katkıda bulunmuş olma fikri bizi gerçekten heyecanlandırıyor. ‘Yerkürenin tamamı' ifadesi de bundan kaynaklanıyor. Bir yerde bir yarışmaya girelim ve proje yapalım diye yola çıkmıyoruz. Önümüze denk gelen bir yarışmayı inceliyor ve öyle karar veriyoruz.
GE: Sunay'ın bu konuya çok paralel bir anısı da var. Askere gitmeden önce katıldığı Selanik kent aksı yarışması…
SE: Biraz arabesk kaçmasın (gülüyor). 1997 yılıydı, askere gitmeme bir ay vardı, oralarda bir yerde ölürsem arkamda güzel bir projem olsun istedim. Daha yeni mezunum ve doğru dürüst bir projem yok. Mimarlar Odası bülteninde Selanik'teki yarışmanın ilanını gördüm. O zaman internet yok, yarışmaları ancak mesleki bültenlerden öğrenebiliyoruz. Projeyi erkenden tamamlayıp teslim gününden bir ay önce organizasyona ulaştırdım çünkü askeri kışlaya teslim olmam gerekiyordu. Tabi şaşırmışlardır, teslime 1 ay var ve biten proje ellerine ulaşıyor. Acemi birliğinde zamanı projemi düşünerek geçirdim. Ödül alamamış olsak da projemiz yarışma kitabında yayımlandı.
Yarışma tutkumu Avrasya Maratonu boyutuna kadar taşıdım (gülüyor). Her sene bu maratona katılıyorum. Bu sayede çok önemli bir şeyi fark ettim. Sonuçta mimarlık yarışmalarında; maratonda, teniste veya 100 metre koşusundaki gibi bir birinci olmuyor. Proje sahipleri start çizgisinde durup, jürinin vereceği kararı bekliyor. "Kim birinci olacak?", buna jüri karar veriyor. Koşup, kendi yeteneğiniz ve becerinizle birinciliğe ulaşmıyorsunuz. O yüzden yarışmalara bu hırs ile katılmıyoruz. Daha çok, "Burası için söyleyecek bir sözümüz var" demek istiyoruz.