Az önce bütün projelerin birbirinden apayrı olduğundan bahsettiniz. Peki değişmeyen, ödün vermeyeceğiniz kriterleriniz neler?
BT: Tabi her istediğimizi yapamıyoruz ama özele ait bir yapı da olsa kamunun rahat kullanımı veya kamuya bazı hakları terk edebilme çok önemsediğimiz konular. İnsan ölçeği, binanın daha samimi olması...
Hatta bir AVM'yi bu şekilde bölünecek biçimde tasarlıyorsunuz.
BT: Evet, ama o projeyi kabul ettiremedik (gülüyorlar). Aslında öyle bir şey istemediklerini tahmin ediyorduk ama arka tarafta bir göl vardı ve kentten o göle doğru serbest bir geçiş yapalım demiştik. O kısmı işverene fazladan yani alternatif olarak verdik. İlk başta işverenin mimar olan iki danışmanı fikri çok beğendiler. Biz de acayip sevindik ama olmadı. Şu anda orada başka bir projemiz inşa ediliyor.
GT: Kullanıcı bizim için çok önemli. Sonuçta mimarlığın özü empati yapmak ama bunu bazen unutuyoruz. "Ben mimarım, yaptığım bina güzel gözüksün" gibi üstenci bir bakışla bir şey tasarlamak yerine, projeye özgü çözümler arayıp, "kullanıcının neye ihtiyacı var?" sorusuna cevap vermeye çalışıyoruz.
BT: Mükemmel tasarımlar yapıyoruz gibi bir iddiamız yok. Mevcut şartlar içinde eli yüzü düzgün işler yapmaya çalışıyoruz.
GT: Şablon çözümlerimiz yok. Her projenin kendine özgü çözümler bulmaya çabalıyoruz.
BT: Mesela Kiev'deki otel çok zorlandığımız bir projeydi. Cumhur Keskinok hoca ile uzun süre beraber çalışmıştık. Onların klasik dönemine hakim olamadığımız için oran ve orantılar bizi çok zorladı.
GT: Kiev eski kent merkezinin tam ortasında, nehir kenarında bir otel. "Eski ile yeniyi nasıl bağdaştırır, neler yapabiliriz?" klasik mimarlık sorularından biridir. Uzun zamandır böyle bir uygulama fırsatımız olmamıştı. Bunun üzerine bambaşka tartışmalar yapıp o soruna çözüm bulmaya çalıştık.
BT: Bu proje için iki kez şehir mimarıyla toplantılar yapıldı. Toplantıya Faruk ve Haldun katılmışlardı. Şehir mimarı onları çok güzel karşıladı, bayağı da vakit ayırdı. Nasıl bir kent planladıkları, bu bölgenin onlar için nasıl bir öneme sahip olduğu, neye dokunup neye dokunmamamın orası için önemli olduğu üzerine bir sohbet gerçekleştirdiler. Bizim önerilerimiz, şehir mimarının etkisi, Cumhur (Kesinok) Hoca'nın eli, bunların hepsinin sonucunda bu proje ortaya çıktı. Daha önce böyle bir oran-orantıda proje yapabilir miydik, bilmiyorum. Kimisi beğenir, kimisi beğenmez ona bir şey demiyorum ama bizim için önemli olan deneyimdi.
EA: Bu tarihi, klasik dokunun içinde proje yapmak zaten her anlamda zor. Tersten gidecek olursak o tarihi dokudaki kemerleri, sütunları, kubbeleri yapmadığımız için de çok zorlandık. Bunun yerine kütle ve pencere oranlarını kullanarak kendimizce bir yorumunu yapmış olduk.
SB: Bir sentez aslında...
EA: Rahatsız edici bir oraya aitliği var ama bir taraftan da ortadaki çelik cam kısmıyla beraber çok yeni. Sonuçta, oradaki mevcut dokuyla uyumlu bir proje çıktı ortaya.
BT: Az önceki sorunuzun yanıtı şu olabilir; proje yaptığımız bölgeye mümkün olduğunca saygılı olmaya çalışıyoruz. Hiçbir binamızda "Biz buradayız"ı göstermek gibi bir iddiamız yok. Bulunduğu bölgeye saygılı, mümkün olduğu kadar insan ölçeğinde bir yapı yapmak bizim için yeterli, başka da bir kriterimiz yok.
EA: "Biz şunu yaparız" gibi bir tavrımız hiçbir zaman olmadı. Olması da doğru değil zaten. İklim, orada yaşayanlar çok önemli, projenin bölge ile bir şekilde uyumlu olması lazım. Başka türlüsünü aklımız da pek almıyor. Çevreye uyumlu olmadıktan sonra o binanın sadece bizi yansıtmasının hiçbir anlamı yok. O yüzden de projenin fazla öne çıkmaması çok önemli.