Emre Arolat Architects (EAA)'da firma ortağıyken hangi noktada kendi ofisinizi açmaya karar verdiniz?
Öyle çok da planlayıp programlayıp verdiğim bir karar değildi ama bir noktada artık kendi ayaklarımın üzerinde durma duygusu ağır bastı ve Emre Bey'den müsaade istedim. Böyle bir yola girmek için doğru bir zaman olduğunu düşündüğüm noktada kendisiyle konuştum, sorumluluklarımı devrettim ve bu ofisi açtım. Çok sansasyonel bir hikaye değil yani (gülüyor).
EAA'nın 15 kişiden 100 kişiye ulaştığı sürece şahit oluyorsunuz. Bu da önemli bir deneyim olmuş olmalı.
Evet, işe başladığımda 15 kişi civarındaydık. Ayrıldığımda ise aşağı yukarı 100 kişiydik. Şu anda da yine o sayılardadır diye tahmin ediyorum. Tabii benim açımdan da ilginç oldu. Pratik hayatım geliştikçe bizim atölyenin uğraştığı işlerin ölçeği de büyüdü. Bu da bir avantaj oldu, tam tersi de olabilirdi.
Türkiye'nin büyük ölçekli ofislerinden birini bırakıp, çekirdek bir ekiple işleyen kendi ofisinizi kurdunuz. Bu geçiş sırasında işleyiş açısından ne gibi farklılıklar yaşadınız? Kendinize daha fazla vakit ayırabiliyor musunuz mesela?
Bunu söylemek, yani sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek için henüz erken. Çünkü büyük bir ofiste olmanın ötesinde, EAA'da Emre Arolat'ın ve daha öncesinde Arolat ailesinin deneyimiyle biçimlenmiş bir ortak hafıza vardı. Aslında buraya onun olmadığı bir ortam diyebiliriz. Dolayısıyla aradaki fark, ofisin büyüklüğü kadar, uzun zamanda biriken bir tecrübeden ve yönetme alışkanlıklarından kaynaklanıyor. Burada kendi başıma kurduğum sistemde elbette ki bunları yeniden tecrübe ediyorum ama avantaja dönüştürmek de mümkün olabiliyor.
"Hep şanslı bir adamdım"
EAA'da olduğu gibi siz de araştırma konusuna önem veriyorsunuz anladığım kadarıyla...
Evet, bunu birkaç kez farklı yerlerde söyledim, ne kadar doğru anlaşıldı veya ne kadar iyi bir şey olarak görülüyor bilmiyorum, tekrar etmekte de sakınca görmüyorum; ben hep şanslı bir adamdım. Üniversitede nasıl proje yapıyorsam, çalışma hayatımda da üç aşağı beş yukarı aynı biçimde bu işi sürdürme olanağı buldum. Buradan iki sonuç çıkabilir; ya üniversite hayatım çok kabızdı ya da iş hayatım çok verimli oldu. Bunu yorumlamak da bana düşmez. Zaman içerisinde insanlar bunu nasıl görüyorlarsa öyle yorumlarlar. Sonuçta bulunduğum ortamlarda bu anlamda şanslı olduğumu düşünüyorum.
Önceki söyleşilerinizde de şansa çok değiniyorsunuz. Aslında bir yarışma ofisi olmadığınızı ama hep ilgilendiğiniz konular denk geldiği için yarışmalara yoğunlaştığınızdan bahsediyorsunuz.
Kader, kısmet gibi metafizik olguların peşinde değilim ama doğru zamanda doğru yerde bulunmak işin bütün gidişatını etkiliyor. O anda o oluşumu kurduğunuzda etrafınızda hiçbir şey olmuyor olabilir ve bu, bütün hikayeyi başka türlü kurgulamanıza yol açabilir. Öncelikle doğru strateji oluşturmak gerekiyor. Elbette ki bunları sezgilerimizle ilerletiyoruz, biraz da o an gözümüzü kapatıp giriyoruz. Şanstan kastım, kpm'yi ilk kurduğum sırada düşünmek için pek fazla zaman yoktu, ofisi açtık şimdi ne yapacağız derdine de pek kapılmadık. Kapıda hazır müşteriler yoktu ama yarışmalar vardı. Hadi bunu yapalım dedik.