Elinizdeki işler neler?
Geçtiğimiz bahar ayından bu yana Bodrum'da bir huzurevi projesi ile ilgili çalışıyoruz. Proje şu an yatırımcılarla görüşme aşamasında. Herkesin son derece özgür biçimde katıldığı, çok güzel bir deneyim oldu bizim için. Böyle bir proje yapmayı istiyorduk, ama karşımıza bu ölçekte bir konu çıkar mı bilmiyorduk açıkçası. Tek ev yapma, taş ev dönüştürme gibi ikili ikili yaptığımız işler vardı, ama onların ölçeği daha küçüktü. Kalabalık bir ekiple yaptığımız ilk iş oldu bu anlamda.
Huzurevi, Bordum
Saitali'nin başlattığı "Tasarım nerede başlar?" tartışmalarının üzerine geldi bu proje. Başlamadan önce bir ay boyunca toplantılar yaptık. Doktorlarla, huzurevi konusunda deneyimli başka yöneticilerle görüştük. Tüm bunlar beni başlangıçta bunaltıyordu, benim ne ilgim var bütün bunlarla, diyordum. İşverenin karşınıza bir paket ile çıkmasındansa fizibilite çalışmaları öncesi dahil, neyin fizibilitesinin yapılacağına bile ekibin karar vermesi, o gidişata ekibin yorumunun dahil edilmesi ve aslında tasarım probleminin en başta birlikte tariflenmesi üretime büyük katkı getiriyor ve ayrıca zaman kazandırıyor. Programı belirlerken bir yandan da kendi tasarımınızın kurgusu biçimleniyor. Ondan sonra da yerle, topografyayla, iç mekan kurgularıyla ve biçimsel kararlarla uğraşmaya başlıyorsunuz. Özellikle de heykel gibi bir yapı üretmek arzusunda değilseniz. Bu mekandaki herkesin üzerinde kesin olarak uzlaştığı en belirgin konu, estetik kaygılardan önce insanın ve insan yaşantısının nitelikli bir üretimin peşinde koşuyor olmamız.
Peki ya bu iki sene içinde bitirdiğiniz işler?
Yakın zaman önce İstanbul'da tarihi doku içinde iki ayrı dönüştürme uygulaması yaptık . Bir tanesi Galata'da tarihi bir yapının içinde mekan dönüştürmesiydi. 100 küsur yaşındaki bir mekanın dönüştürülmesi benim için ilkti, çünkü daha önce hep modern mimarlık döneminde üretilmiş yapıların içinde dönüştürmeler yapmıştık. Ayrıca restorasyon teknikleri çok uzağında olduğum bir konuydu. Bu iş benim restorasyonu ve bu anlamda sürdürülebilirliği yeni baştan tartışmama olanak verdi.
Neye özen gösterdiniz o mekanı dönüştürürken?
Restorasyon, aslında hep azaltmaya yönelik bir eylem. Yıllar boyunca birikmiş olan herşeyi soyuyorsunuz, boşaltıyorsunuz katman katman indiriyorsunuz…. Gerekli gördüğünüz yerde duruyorsunuz. Ve gerekli gördüğünüz yerlere çağdaş eklemeler yapıyorsunuz. Bu kararların hepsi size ait. Bu projede mekana yeni bir şey eklerken, o şeyin mekanın ruhuna ve niteliğine uygun olmasına özen gösterdik. Eklenen her yeni şeyin de çağa ilişkin verilerle ve teknikle uygulanması için araştırma yapıp danışmanlarla görüştük.
Bir mimarın, -özellikle talep edilmediği sürece- bir hayatı karşısındaki insana dikte etmesinin doğru olmadığını düşünüyorum. Bu söz ettiğim şey "ev" projelerinde sık sık tartıştığımız bir konu. Bazıları, mimarın kendisine uygun gördüğü hayatı yaşamak istiyorsa, o ayrı bir durum. Ama kendisinden ev yapması istenen bir mimar bence kendi yorumuyla o kişiye uygun bir mekan kurmalı. Kamusal alanda, kullanıcının kişisel olarak tanımlanmadığı projelerde ise durum daha farklı, sorumluluk daha büyük.
Söz ettiğiniz diğer iş de restorasyon projesiydi yanılmıyorsam...
Evet, bir de Kumkapı'da yine yüzlü yaşlarında bir binanın restorasyonunu yaptık. Restorasyon konusunu tartışabileceğim iki konu oldu elimde, mümkün olursa bunların üzerine bir şeyler yazmak istiyorum, yoksa pek çok şey uçup gidiyor…
Bunların dışında Bozcaada'da Burcu ile birlikte taş ev dönüştürmeleri ile ilgili çalışıyoruz. Tomris ile yaptığımız başka iç mekan işleri oldu bu 2 yıl içinde.
Çok Amaçlı Salon
Hiç ummadığınız bir kanaldan doğan işler oldu mu, peki?
Evet, oldu. Geçen yıl hiç umulmadık bir biçimde birkaç iş aldım. İlginç bir deneyimdi bu. Konya'nın ilçelerinden biri için bir seri proje istendi benden. Yerel belediye ilişkileri içinde iş yapmaktan uzak durmuştum o güne dek. Fakat ilk istek aile kanalıyla geldiği için reddetme olasılığım yoktu. Diğer projeler ilk çalışmanın olumlu tepki almasından ötürü geldi. Bu sayede yerel yönetimlerin işleyişi, küçük ölçekli kent planlamasındaki açmazlar, bu ortamlarda imar hukuku bilgisinin önemi gibi konularda çok şey öğrendim. Başlangıçta bendeki "anlaşılamama" kaygısının yersiz olduğunu gördüm.
Neler oldu bu süreçte, biraz açabilir misiniz?
İstanbul'da Anıtlar Kurulu ile ilgili işlerde de karşılaştığım bir durum bu benim aslında. Eğer insanlar bu işi yapma halinize güven duyarlarsa, talepleriniz konusunda daha duyarlı oluyorlar. Çünkü görüyorlar ki hakkınız olan yapılaşma koşullarından başka rant beklentiniz yok, hem kamusal hem de bireysel anlamda mekana ilişkin niteliği dert ediniyorsunuz ve oradaki yanlışların altını çiziyorsunuz. Bunu deneyimli bir avukatın danışmanlığıyla ve her aşamasını planlayarak yaptığınızda karşı taraf bu tür yaklşıma ilk kez rastladığı için şaşırıyor.
Çok Amaçlı Salon
Sonuçta başlangıçta benim hiç ummadığım şekilde sonuçlandı olaylar ve belediye, sadece bir parselde yapılacak bir çalışmayı kent planında revizyon yapacak aşamaya kadar taşıdı. Ardından belediye başkanı çok amaçlı salon işi önerdi bana. Kabul ettim ama bir taraftan da gerçekten böyle bir şey istediklerine inanmıyordum. Konsept proje çizdik, benim çok severek çalıştığım bir iş oldu. Müteahhitlerle görüşmelerin yapıldığı aşamada seçim oldu ve belediye başkanı değişti.
Sonuç olarak ben kendi performansıma bakıyorum. O iş yarım kaldı, ama o projeden ötürü oradaki müteahhitlik firmalarından başka teklifler gelmeye başladı. Bir ofis binası için konsept geliştirme teklifini kabul ettim. İşe henüz dönüşmemiş bir seri görüşme halen sürüyor.
İstanbul'dan giden ve kısa bir süre orada bulunan bir mimar olarak bile, konuyu tartışma halinizin, bir takım şeyleri değiştirme olanağını size sağladığını gördüm. Sadece onlara, sizi dinlemelerini sağlayacak doğru saptamalar götürmeniz gerekiyor. Hiç ummadığım bir yerden doğan talepler benim önyargılarımın da yıkılmasına neden oldu.
Neydi o önyargılar?
En önemlisi, "mimarlık İstanbul'da, büyük şehirlerde ya da kıyı şeridinde yapılır / talep edilir" idi.