Berlin'deki mimari yetkinleşmenin en iyi örneklerinden biri olan, Sauerbruch-Hutton imzalı GSW Merkez Yönetim Binası, aslında bir dönüşüm projesi. 1950'lerde Kochstrasse'de inşa edilen orijinal ofis binası, Sauerbruch-Hutton ikilisinin renovasyon ve ek bina çalışmalarıyla 1991'de yeni yüzüne kavuşmuştu. Yapının önemi ise, Amerika, İngiltere ve Uzak Doğu üzerinde yoğunlaşan sürdürülebilirlik çalışmalarının Kıta Avrupası ve özellikle Almanya'daki en etkin örneklerinden biri olması. Garanti Galeri tarafından 2005 yılında İstanbul Goethe Enstitüsü işbirliğiyle düzenlenen "Made in Germany - Mimarlık + Ekoloji" başlıklı gezici serginin de örneklerinden biri olan proje, bir yeniden canlandırma çalışması olarak sürdürülebilir kalkınma-mimarlık kesişiminde durması açısından da önem taşıyor.
GSW'nin konumlandığı bölge, ısrarla gerçekleştirilmeyen 1960 menşeli bir masterplanın da izlerini taşır şekilde tamamen ‘unutulmuş' gözükürken, 1991'de bir yarışma düzenlenmiş. O dönemde bölgeye egemen olan düşük yükseklikte ve dağınık düzendeki kentsel doku, yarışmanın hemen bütün katılımcı projeleri tarafından kanıksanmışken, yalnızca Sauerbruch-Hutton 110 metre yüksekliğinde bir kütle ile yapılaşmış çevre dengesini tersine çevirmeyi önermiş.
Toplamda 54 bin metrekare kullanım alanına sahip ve üç kütleden meydana gelen yapının 110 metre yükseklikteki giriş cephesi, ince silüetli ana elemanı oluşturuyor. Önceki yapı, arazi üzerinde kararsız bir yönlenmeye sahipken, artık dev binalarla çevrili alanın merkezinde GSW yapısı, Kochstrasse'ye dinamik bir yön tayin ediyor. Hemen arkasında konumlanan 85 metre yükseklikteki konstrüksiyon ise, yerden eğrisel bir izdüşümü takip ederek kopuyor ve üstünde konumlanan üç katlı elipsoid kütleyle son buluyor.
Tekil elemanların çok yüzeyli bir bütün haline gelerek kentsel çeşitlilikte yeni bir mekansal deneyim yarattıkları bina kompleksi, enerji tasarruflu inşaat teknikleriyle vücuda geliyor. Akıllıca tasarlanmış çift katmanlı entegre cephe sistemi, iki katman arasında kalan 1 metrelik boşluk sayesinde ters basınç oluşturuyor ve bina içinde doğudan batıya hava akışını mümkün kılıyor. Ayrıcı duvarlar arasından serbestçe süzülen havanın ses dağılımını engellememesi ve iç hacimde titreşime sebep olarak rahatsızlık vermemesi için bütün önlemler alınmış. Sonuç olarak yıl boyunca otomasyonlu mekanik bir havalandırma sistemine ihtiyaç duyulmaması sağlanmış.
Yapının havalandırma sistemi dışında ısıtma sistemi de dikkatlice seçilmiş. Doğal nem ve ısı etmenleri, yapı boyunca uzayan, yükseltilmiş bir aero-dinamik çatı örtüsüyle kontrol altına alınmış. Çok yüksek yaz sıcaklıklarında, yapı iç mekanlarının soğutulması için püskürtmeli soğutucular seçilmiş. Yapının ana ısıtma sistemi ise, doğrudan bölge elektrik şebekesine bağlanmış. Böylelikle ortaya çıkan karbon emisyonunun, özel elektrik üretiminin bir yan ürünü olarak oluşan karbondioksit hacmi ile karşılaştırıldığında oldukça asgari düzeyde tutulması sağlanmış.
Dış cephesi, kentsel mekanda dikkat çekmesi ve rahatlıkla tanınması için özel olarak aydınlatılan bina, işlevsel ve estetik kriterleri bir araya getirirken, enerji giderlerinin nasıl yarıya düşürülebileceğine dair örnek oluşturuyor. Aynı zamanda, ilk bakışta tamamen kütlesel dertlerin ürünü gibi görünen yapının narin yapısının dahi, dikkatlice incelendiğinde belirli bir hedefe ulaşmak için alınmış bir karar olduğu ortaya çıkıyor: enerji kaynaklarının uygun kullanımı, doğal havalandırma ve yapay aydınlatma gerekliliğinin azaltılması, yapının yükseltilmiş en-boy oranıyla verimli bir şekilde işliyor.
Yapının 2000 yılında, RIBA tarafından her yıl verilen Stirling Prize adaylarından olduğu ve 2004 yılında Bauphysikpreis (Yapı Fiziği Ödülü) almaya hak kazandığı hatırlatılmalı.