"Tipolojide homojenliği kırmak için gereken çabayı gösteriyoruz"

01 Ekim 2015

Aslında sizi önemli bir senede ziyaret ediyoruz. Bu sene Atelier187'nin kuruluşunun onuncu yıldönümü. Bu süreçte en önemli kırılma noktalar neler oldu?

OH: İlk proje tabi ki çok önemli ancak devamının gelmesi açısından herhalde ikinci proje asıl kırılma noktasıydı. Çatalca'dan sonraki ikinci projemiz, Karaköy Palas'ın (Yapı Kredi binası) dördüncü katında yer alan, reklam ve organizasyon işleri yapan Ajans27 (bugünkü adı Pure Medya)'nın ofisiydi. Binanın durumu açısından hem çok keyifli hem de çok zorlayıcı bir çalışmaydı. Konum ve yapının güzelliği bizi çok etkiledi ve sonuçta çarpıcı bir proje de oldu. Biz o zamanlar yeni bir ofistik, buna karşılık müşterimiz konumunu bir kademe daha yukarıya çıkarmayı hedefliyordu.

FB: Nişantaşı'ndaki 100 m2'lik bir daireden, Karaköy'de 500 m2'lik bir yere geçiyorlardı. Daha önce tek bir masa üzerinde çalışırken, yeni ofislerinde farklı bir çalışma ortamı istediler.

OH: İyi bir proje oldu ve sonrasında da hayatımızda kaldılar. Başka bir ofislerini ve evlerini yaptık.

O dönem çok sayıda ofis projesi yapıyorsunuz…

OH: O doğal olarak gelişen birşey. Ancak şunu da belirtmek isterim ki, belli noktalara gelindiğinde bu durumu kırmak için kendi adıma bir çaba sarf ediyorum. Özellikle Türkiye'de otel yapar, ofis yapar, restoran yapar diye tanınmak çok kolay. Onun içine girip çıkamadığınız anda iş kısırlaşmaya başlıyor. Hem proje tipolojisi kısıtlanıyor, hem de bu yaratıcılık anlamında bizi negatif etkiliyor. Tasarımın dokusal kısmını bir yana bırakırsak, plan anlamında kafanızda şablonlar o kadar oturmaya başlıyor ki düşünme süreniz daralıyor. Maalesef müşteri de daha kısa sürede sonuca ulaşmak için bunu destekliyor. O iyi bir döngü değil, bunu kırmak için gereken çabayı gösteriyoruz. Ya biz kendi bağlantılarımızı kullanarak farklı alanlardan projeler, müşteriler bulmaya çalışıyoruz ya da gerçekten proje anlamında kısır bir dönemse uluslararası bir yarışmaya katılıyoruz. Artık ofis projesi yapmıyoruz gibi bir karar almıyoruz tabi (gülüyor).

FB: Kendi kendimize çok restoran projesi oldu, konut projesi gelse dediğimiz, dertlendiğimiz oluyor.

OH: Ama son dönemde dengeli gidiyor. Şu an iki üç farklı fonksiyonda projemiz var.



Ofisinizin bir de Paris şubesi var, iki ofis arasındaki ilişki nasıl?

OH: Ana ofisimiz burası, ekibimiz burada. Eşim ve çocuklarım Fransız oldukları için bir dönem orada yaşamaya devam ettim, buraya gelip gidiyordum. O süre içerisinde de Fransa'da müşterilerimiz oldu. Oradaki projeleri bir ekipten ziyade tek başıma yürütüyorum. Gidiyorum, müşteriyle görüşüyorum, projenin konsept tasarımın ötesine geçme ihtimali varsa Fatoş geliyor ve birlikte değerlendiriyoruz. Sonrasında proje hazırlanıyor ancak uygulama kısmı buradakinden daha farklı işliyor. Burada uygulama kısmında projenin büyüklüğüne göre ortaklıklarımız olabiliyor ancak normal şartlarda kendi ekiplerimiz var ve kendi tasarladığımız projeyi son aşamasına kadar götürüp şantiyesini de yürütüyoruz. Buna karşın Fransa bu konuda daha karışık bir yer. Eğer proje büyük kapsamlıysa, okuldan bu yana iletişimde olduğum mimar arkadaşlarımla imza ortaklığı üzerine çalışabiliyoruz. Mobilya, duvar parçaları gibi belli üretimleri burada yapıp yolluyoruz, montajı orada gerçekleştiriliyor. Şu an için Avrupa ayağı bu şekilde ilerliyor. Ancak doğrusunu söylemek gerekirse, iş hacmi açısından bakıldığında özellikle Batı Avrupa; Türkiye, Ortadoğu, Rusya veya Rusya bağlantılı yerlere göre daha aşağıda. Paris'te yapılan proje sayısını İstanbul'la karşılaştırdığınızda çok daha az çıkar. Dolayısıyla burada iş hacmi daha fazla. Ama gelecek tekliflere de her zaman açığız. Mesela bu sene Paris'te iki tane daire yaptık.

Az önce tipoloji açısından çeşitlilik yaratmaya çalıştığınızı söylediniz. Proje çeşitliliğini coğrafi ölçekte de sağladığınızı görüyoruz.

OH: Bu durum bize de iyi geliyor. Nasıl ki güzel sanatların diğer dallarından kişilerle birlikte olmanın yaratıcılığa olumlu etkisi varsa, müşteri ve proje lokasyonu açısından coğrafi ve kültürel çeşitliliğin de bizi zenginleştirdiğini düşünüyorum. Ortadoğu'da, özellikle Birleşik Arap Emirlikleri'nde ve Suudi Arabistan'da çok sayıda projemiz oldu. Suudi Arabistan'da proje yapmak oldukça zordu. Fatoş'u zaten ülkeye bile almadılar.

FB: Belli bir yaşa kadar ancak eşinizle, babanızla ya da erkek kardeşinizle ziyaret edebiliyorsunuz.

OH: Restoran projesi yapıyorduk. Restoran müdürü diye yollamaya çalıştık ama olmadı. Yerel kodlar tamamen farklı. Hayatımızda karşılaşmadığımız birçok istek ve normun olduğu bir ülke. Bunu yermek için söylemiyorum ancak cevap vermemiz gereken 1001 farklı soruyla karşılaştık. Çizim ve uygulama anlamında enteresan bir süreç yaşadık. Tabi Emirlikler'de durum çok daha rahat, daha batılı bir algı var ama orada bile restorana kaç kişi geliyorlar, nasıl oturmayı seviyorlar gibi cevabını bulmaya çalıştığımız sorular oldu.

FB: Suudi Arabistan'da kadınların hiç restorana gitmeyeceklerini düşünürdüm. Orada iki katlı bir restoran projesi yaptık. Ailelerin olduğu bölümde hepsi karışık oturabiliyor mesela. Bekar olanları ise üst kata alıyorlar.

OH: Kesinlikle Cezayir'e proje çizmekle aynı egzersiz değil.

Türk mutfağını oraya taşıyor olmanız da enteresan. Tike'ye çok sayıda restoran tasarlıyorsunuz.

OH: Onların dışında Ege ve Türk mutfağı konseptli Shishfish adlı yeni bir balık restoranı ve hazırlamakta olduğumuz bir pastane konsepti var. Tabi bu biraz da yatırımcılarla ilgili. Orada buna ilgi duyuluyor ve bizim mimari profilimiz yatırımcıya ilginç geliyor. Türkiye bazlı bir ofisiz ancak yurtdışında da projeler yapıyor ve projeleri bu duruma adapte etmeyi biliyoruz. Bu sebeple de tercih ediliyoruz diye düşünüyorum. Tabi bu durum bir yandan 'kapı kapıyı açıyor' şeklinde ilerliyor. En son Shishfish şantiyesindeki pano aracılığıyla oradan bir yatırımcı Türkiye'de proje yapmak üzere bize ulaştı.


Osman Hacıoğlu ve Fatoş Başaran ile...
Atelier 187 Ekibi ile...
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :