Atelier 187, 2005 yılında kuruluyor. Fatoş Hanım siz de 2007'de ortak olarak ekibe dahil oluyorsunuz. Sizin mimarlık hikayenizi de dinleyebilir miyiz?
Fatoş Başaran: Yıldız Teknik Üniversitesi'nde mimarlık okudum. Birkaç sene mimari projelerde çalıştıktan sonra dil eğitimi almak üzere Kanada'ya gittim. Sonrasında Türkiye'ye dönüp kaldığım yerden devam ettim. İç mimari proje firmalarında dekorasyon ağırlıklı çalıştım. Atelier187'den önce çalıştığım yerde Osman'la tanıştık. O da Türkiye'ye döndükten sonra çalışma hayatına orada başlamıştı. 2007'de ben de oradan ayrıldım. O zamandan beri birlikte mimari, iç mimari uygulama ve tasarım projeleri üretiyoruz.
Osman Hacıoğlu: Mesleğin her noktasına dokunduğumuzu söyleyebiliriz.
Ofisinizin tasarımını da siz yapıyorsunuz…
FB: Evet, oldukça hızlı bir taşınma sürecimiz oldu (gülüyor).
OH: Ofise geçmek çalışma hayatımızdaki/maceramızdaki etaplardan biri oldu. İlk beraber çalışmaya başladığımızda bir ofisimiz yoktu.
FB: Osman o zaman daha çok Paris'teydi, İstanbul'a gelip gidiyordu.
OH: İlk olarak bir proje üzerinden başladık. Bu projeyi beraber yapmalım, ondan sonra arkası gelir diye düşündük, arkası da geldi. Çatalca'da bir ev projesiydi. Ardından diğer projeler gelince evdeki çalışma ortamı yetmemeye başladı.
FB: Evde çalışmak hiç alışık olmadığım bir düzendi. İster istemez bir rahatlık oluyor. Ya projeye kendinizi kaptırıp saatlerce ara vermeden çalışıyorsunuz ya da dikkatiniz dağılınca tekrar başlaması zor oluyor.
OH: Sonra buraya taşındık. Ofisimizin tasarımını ve genel sıcaklığını seviyoruz. Onun dışında bina ve bina sahibi önemli bir konu. Kavala ailesiyle geçmişe dayanan bir dostluğum, yakınlığım var. Dolayısıyla ev sahibimizle de özel bir ilişkimiz var. Kendi ticari aktivitelerinin dışında, kültürel anlamda İstanbul'daki ve Türkiye'deki varlıklarına da değer veriyoruz. O yüzden bayağı mutlu bir ofis hayatımız var.
Sokağa girdiğimizde ilk olarak yapının üzerindeki ‘K' harfi dikkatimizi çekti. Ne kadar güzel bir tipografisi var diye düşündük.
FB: Çok güzel Art Deco bir tasarım.
OH: Zamanında Alman bir tasarımcı yapmış.
FB: Ama bina biraz onu bastırmış durumda...
OH: Şimdi onu da toparlıyoruz. Yapının ortak kullanım alanları ve cephesiyle ilgili bir tasarım projemiz var. Ancak bunlar maliyetli işler olduğu için zamana yayarak yapılıyor. Giriş holüyle başlayıp dış cepheyle bitecek bir çalışma olacak. Binanın daha bir hakkını vereceğiz diye düşünüyoruz.
Mimarlık ofisleri için seçtikleri yer ve yapı çok önemli. Atelier 187 adının nereden geldiğini de öğrenebilir miyiz?
OH: Atölye olmasının sebebi, benim güzel sanatlar çerçevesinde eğitim veren bir okulda yetişmiş olmamla ilgili. New York'ta okuduğum okul da Paris'i takiben yine aynı formatta bir okuldu. Mimarlığın haricinde güzel sanatlarla ilgili diğer bütün dalları ve dijital sanatları içerisinde barındıran bir programa sahipti. Bazı dersleri diğer bölümlerden öğrenicilerle ortak alıyorsunuz. Özellikle Paris'te proje derslerimiz çok keyifliydi. Paris-Villemin mimarlık okulu, Napoléon'un yaptırttığı güzel sanatlar binasında. Bazı dersler için bu yapının içerisinde enstalasyonlar hazırlıyorduk. Siz onu yaparken başka bir öğrenci yanınızda heykel yapıyor oluyor. Sürekli bir etkileşim var. Bu iletişim her zaman ilgimi çekmiştir. Ayrıca bu durumun mimari stüdyoda kapalı kalmaktan çok daha zenginleştirici olduğunu düşünüyorum. Öğrencilik yıllarımda da diğer bölümlerden insanlara projemi anlatıp, içerisine yerleştireceğim bir obje hakkında fikirlerini alıyordum. Bunun üzerine heykel okuyan birisi bana bir imaj yolluyordu, ben de projemde onu kullanıyordum. Bu ortak yaratma duygusunu o zamandan kendi içimde desteklemeye başlamıştım. Profesyonel hayata geçtiğimde ise bu zenginliğin her zaman bize katkı sağlayacağını düşündüm. Gerek projenin bitmiş hali konusunda, gerekse çalışma esnasında diğer yaratıcı dallardan insanlarla birlikte çalışırken kendinizi daha iyi hissediyorsunuz. Ofisin ismindeki 'atölye' bu düşünceden geliyor. 187'ye gelirsek, Paris'te yaşarken 187 Boulevard Saint-Germain'de oturuyordum. Öğrencilik yıllarımda yarışmalara katılırken rumuz olarak Atelier 187'yi kullanıyorduk. Fikir benden çıktığı için de diğerlerinden hızlı davranıp şirketin adını bu şekilde koydum (gülüyor).
Bahsettiğiniz güzel sanatlar akademisi modelinin fiili olarak işliyor olması çok güzel. O işbirliği Türkiye'de pek kurulamıyor çünkü...
OH: Bu durumu biraz da okulların kendi politikaları belirliyor. Paris'te okuduğum okulun devlet okulu olmasının avantajı, birçok farklı çevreden insanın bir araya gelmesi ve daha heterojen bir ortamın oluşmasıydı. Buna karşılık tabi ki imkanlar azalıyor. O güzel yapının içerisinde eğitim görüyor olmamız büyük bir avantaj ama onun yanında okul akşam 9'da kapanıyordu. Buna karşılık Amerika'daki okul 24 saat açıktı. O 24 saatlik süre içerisinde bir noktada atölyede çıldırma aşamasına gelince, çıkıp okulun içerisinde dolaştığınızda diğer bölümlerden insanlarla karşılaşıyorsunuz. Ben de sıkıldığımda çıkıp, diğer bölümlerin ne yaptıklarını görmek için stüdyolarını dolaşırdım. Okulların politikası işte bu noktada belirleyici oluyor. Fransa'da sanat tarihi gibi dersleri ortak alıyorduk, dolayısıyla diğer bölümlerden insanları tanıyorduk. Amerika'da da bütün binalar büyük bir bahçenin etrafındaydı, hava güzelken herkes bahçede oluyordu. Ortak çalışmalar sosyalleşmeyle başlıyor ama tabi ki kişisel bir ilginin de olması lazım...