Projelerinizde bahsedelim biraz da. Sizin için gerçekten önemli dönüm noktası diyebileceğiniz projelerden bahsetmek istiyorum. Zula'nın 3 farklı lokasyonunu yaptınız mesela…
Biz Zula'nın konseptini yaptık. Aslında gerçekten keyif almadığımız neredeyse hiçbir projemiz yok. Biz eğer yaptıysak gerçekten istediğimiz için projeyi yapmışızdır. Onun için aslında bizim için bütün projelerimiz önemli. Yıllar önce yaptığımız ki o zaman bizim için büyük bir projeydi; Getir ofisini yapmış olmak, bizim gibi henüz yeni kurulmuş bir ofis için çok önemliydi. Bize duyulan büyük bir güven vardı. O bizim için önemli bir dönüm noktasıydı.
Yine Batard, küçücük bir proje olmasına rağmen bizim için restorancılığa bir adım niteliğinde, çok keyifli, ince düşünülmüş detayları olan, doğru bir şekilde oturtulmuş konsepti olan bir projeydi.
Zula’lar da keza öyle. Zula'nın ilk Harbiye'den başlamak üzere diğer bütün lokasyonlarının konsept tasarımı bize ait. En son Londra'da açıldı. Tabii ki bir konsept tasarımı yaptığımız için biz haklarını devrettik; onlar da o konsepte uyarak devam ediyor.
Aslında tasarım ofisleri belirli dönemlerde belirli doku ve malzemelere tutunuyor. Kendine orada bir alan açıyor. O malzemeyi nasıl kullanabileceğini, nasıl şekillendirebileceğini düşünmeye başlıyor. O zaman için ilk önce Getir’de kullandığımız, hatta özel kalıplarla yaptırdığımız bir ondüle sac malzememiz vardı. Bu malzemeyi bir ofiste kullanmıştık. Acaba bir restoranda nasıl değerlendirilebilir diye düşünerek Zula'da da kullanmak istedik. Esas fikir de oydu; aydınlatma ile beraber, yapısı itibariyle ışık ve gölge oyunlarıyla mekana bir derinlik kazandırabilecek bir malzeme kullanmaktı.
.jpg)
Getir Genel Merkezi
Zula projelerinde konsepti koruyorsunuz ama farklı lokasyonlarda çevre ile ilişkisini nasıl kurguladınız?
Aslında konteksti kendi içerisinde tüketim olan bir şeyden bahsediyoruz. Bir fast food zincirinde aslında bence kontekstten söz edemeyiz. Hızlı tüketilebilir, masaya oturup 20 dakika sonra masadan kalkılmasını gerektiren bir tüketim var orada. O yüzden onun bağlamı o olmaya başlıyor. Coğrafi anlamda bir kerterizi bana kalırsa yok. Genel olarak bir sokak lezzeti gibi görülmesine rağmen AVM’lerde açılan bir zincir olduğu için oranın kültürüne doğru gidiyor. Bu restoran zinciri belki Bağdat Caddesi’nde açılsaydı biraz daha farklı olabilirdi. Fakat maalesef oradaki tek tipleşme sebebiyle oradaki doku, malzeme ve insan türü de aynı. Biz bunu bir Akdeniz kasabasına, bir Ege kasabasına taşısaydık o zaman değişmesi gerekirdi. Fakat İstanbul’a baktığımız zaman neredeyse tek tip bir yapı var. Bu yüzden de lokasyona bağlı bir tasarım yok ortada.

Zula Zorlu, Fotoğraf: Emre Dörter
İlk restoran projeniz Batard’dan bahsedelim biraz. Neler yaptınız? O projeye başlarken işlerin bu noktaya geleceğini düşünüyor muydunuz?
Evet, o projeye başlarken bugün Türkiye’nin en iyi şefleriyle böyle projeler yapabileceğimizi, en iyi restoranlar diyebileceğimiz restoranları yapacağımızı hayal edebiliyorduk. Benim hayalim zaten buydu. O küçük çalışma odamda duvarlarda “Türkiye’nin en iyi iç mimarlık ofislerinden birisini kuracaksın” yazıyordu. Ama bu kadar doğru bir şekilde gelişebileceğini tahmin etmiyordum. Bence oradaki temel konu, tasarım falan da değil; emeği doğru yere yönlendirebilmek ve üzerinde çalışmak. Yani bir projeye inanmak, o proje üzerinde vakit harcamak, kafanızı gerçekten ona vermek, başka şeylerle meşgul olmamak ve o proje üzerinde emek harcamış olmak. Tabii ki burada işverenin katkısı da çok önemli. Onun da inanıyor olması lazım ki sizin önünüzü açsın, sizin kullanmak istediğiniz malzemelere, yapmak istediğiniz formlara imkan tanıyacak bütçeyi ortaya çıkarsın. Sonrasında zaten yol açılıyor. Ama baktığınız zaman, ben hiçbir zaman yaptığımız hiçbir projeden mutlu değilim. Söz gelimi yaptığımız restoran ya da mağaza açılıyor, ben gidiyorum, “yine olmadı” diyorum. Tasarım koordinatörümüz Gizem bana hep der; “Ne olmadı, daha yeni yaptık, yeni bitti.” O 3 ay önceydi. 3 ay önce tasarladık ve bitti. O yapılana kadar insan aynı mı duruyor. Değişiyoruz, yaşlanıyoruz, gelişiyoruz, aklınız ufkunuz değişiyor. Dolayısıyla o yüzden beğenmiyorum. “Keşke şöyle yapsaydık. Bu detayı niye düşünmedik, keşke şu malzemeyi, şöyle kullansaydık…” Ama en azından bir sonraki proje için katkısı oluyor. Şu ana kadar getirdiğimiz, bugüne kadar yapmış olduğumuz projeler itibariyle en keyif aldığım, en detaylı çalışabildiğimiz, performansımızı ya da yapabileceğimizi neredeyse tamamına kadar getirebildiğimiz bir proje oldu.
Şimdi İzmir’de Osman Sezener’in bir restoranı var. Haziran, Temmuz aylarında açılmış olacağını umuyorum. O restoran da mesela bir ileri seviyesi oluyor. Her seferinde bir ilerisi değil mi zaten amacımız insan olarak. Her seferinde daha iyisini yapmak. O yüzden hiçbir projemiz için en iyisi, en önemlisi diyemiyorum. Her seferinde daha iyi bir şey geliyor insan hayatında.
.jpg)
Batard Bomonti
Gastronomi ile mekan tasarımı arasındaki ilişkiyi nasıl yorumlarsınız?
Bunu deneyim bazında cevaplayabilirim. O da günün sonunda bizi tüketime götüren bir şey. Temel noktası da ve bence bizimle çalışılmasının temel nedeni de o. Son projemiz, Scalla üzerinden örnek vermek gerekirse; mekanın bir merkez noktası var ve o da bar. Ve bu bar her yerden gözüküyor. Siz mekanın en kötü yerinde oturuyorsunuz belki ama plan size öyle bir şey sunuyor ki, mekanın en güzel yerinde oturduğunuzu zannediyorsunuz. Çünkü öyle bir deneyim yaşıyorsunuz. Her uç noktası da farklı kullanıcılara göre en keyifli yeri. Çünkü standart bir restoranda, restoranın bir yerindesiniz ve siz o bir yerdesiniz gerçekten; uzaktasınız, köşede kalmışsınız… Oralara oturulmaz biliyorsunuz. Biz şunu öğrendik; son masadan sonra, son masayı koymak. Çok kritik bir karardır bu. Yani en son kullanılmasını istediğiniz masa buysa, ondan sonra bir masa daha olsun ama onun kullanılmayacağını baştan bilelim. Çünkü en sona oturmak istemez insan. Ama Scalla’daki başarı, her yerin ayrı bir keyfi var ve her yerin ayrı müşterisi var.

Mekan ve yeme içme deneyimi arasındaki ilişki şöyle gelişiyor; ben burada oturuyorum ve muhtemelen hepimiz bir yeme içme mekanında tuvalete gideceğiz, tuvalete giderken izlediğim yol üzerinde önce bar var. Bu bar bütün mekânda her yerden gözüken bir bar. Çünkü tamamen cam perde dediğimiz bir sistemle çevrili. O barı her yerden görüyorum. Tuvalete giderken önünden geçmeye başlıyorum ve illaki önünden geçerken kıvrılıyorum. Kademe kademe bir bar. Orada barmen kokteylini yapıyor. Gördüm, hafızaya aldım. Girdim içeri, mutfak pas penceresi karşımda ama mutfağın içerisini göstereyim gibi ucuz bir yaklaşımımız yok. Hatta Napoli’den getirilmiş çok nitelikli bir pizza fırınımız var ama göstermiyoruz bile. Fırının Türkiye distribütörü geldi, “Ne yapıyorsunuz, bu fırını alıp göstermeyen ilk restoran burası” dedi. Barı geçtiniz içeriye girdiniz karşınızda pas penceresi var. Pas penceresinin sebebi açık mutfak gibi yemeğin yapıldığını gösterelim değil. Ben o sırada oradan geçen yemeği görüyorum, o kokuyu duyuyorum… İki basamaktan yukarı çıkıyorum. Özellikle yukarı çıkma hamlesi veriyoruz, tavanı düşürüyoruz, genel mekandan biraz soyutluyoruz. Daha karanlık bir ortama yönlendiriyoruz ve tuvalete giriyor. Tuvaletten çıkıyor. Bu sefer tekrar barı görerek dolaşıyor, merdivenlerden inerken karşısında şarap dolabını görüyor. Şarap dolabının yerinin çok yanlış olduğunu söylemişti başta şarap danışmanları, fakat şimdi ne kadar doğru bir yerde olduğunu konuşuyoruz kendileriyle. İnerken tam karşınızda şarap dolabını görüyorsunuz. Çünkü odaklanmanız gereken bir an merdivenden inerken. Döndünüz pas penceresi, döndünüz barı gördünüz. Yerinize oturdunuz. Oraya yemek ve içmek için geldiniz ve onları görerek iştahınızı kabarttınız. Şarap dolabını gördüm, “Şarap içsek mi?” Kokteyli gördüm, “Kokteyl mi içsek?” Mekân bu şekilde kendi ekolojisini oluşturmaya başlıyor.

Konut projeleri de yapıyorsunuz değil mi?
Evet, şu an mesela bir konut projesi yapıyoruz. Konut çok basit gibi gelebiliyor bazen ama biz inanılmaz zorlanıyoruz. Tabii çok iddialı olmaya çalışıyoruz bu arada. Çok nitelikli işler yaptık; 550 metrekareyle istediğiniz gibi yapabilirsiniz diyen bir işverenle de çalıştık. Ama bilmediğimiz o kadar farklı şeyler çıkıyor ki karşımıza. Şimdi restoran dediğiniz zaman biz birkaç günde planlamayı oturtuyoruz, hemen tıkır tıkır gidiyor. Ya da mağaza, ofis projeleri, kolay projeler bizim için. 8 bin 500 metrekare ofis yaptık, uygulandı; planlaması herhalde bir haftada bitmiştir. 550 metrekare eve girdik; ki bizim yaşadığımız ev onun beşte biri herhalde; “ne kadar küçükmüş” dedim; daha büyük alanlara alıştığımız için. Tabii bu da kendi içinde farklı zorluklar getiriyor.
Önemli olan bence, tasarımcının misyonu da, hani tasarım bağlamında düşünmek var ya, design thinking, nasıl ele almalıyız konuyu. Diyelim ki bilmediğimiz bir şeyle karşı karşıyayız, yarın bir gün uzay mekiği de tasarlayabiliriz, nasıl bir şeyle karşı karşıyayız? Bir sistemimiz var, bu sistemde bunları böyle irdeleriz, böyle yaklaşırız konuya, böyle çözeriz... Her bir proje tipi ayrı bir meydan okuma kendi içinde.
.jpg)
Glocal Mağaza İzmir İstinyepark