Yurtdışına "kaçış" planlamanın lehine işliyor

08 Ekim 2010

Kariyere katıldıktan sonra yaşamınız nasıl şekillendi?

Mimarlığı bitirir bitirmez yurtdışına çıkmaya hevesliydim. 1958 yılının Şubat ayında İTÜ Mimarlık Fakültesi'nden diplomamı aldım ve hemen asistanlığa başladım. Asistanlık sürecim Eylül 1959'a kadar sürdü. Hocalarıma yalvarıyor, bir an evvel yurt dışına çıkmak istiyordum. O dönemde Almanya'dan gelen ve bir süre yardımcılığını yaptığım Gutbrod adlı bir hocamız vardı. Yardımlarıyla onun Almanya'daki bürosunda çalışmaya gittim. Yıl 1959, çıkış o çıkış.

Dolayısıyla görmeyi hayal ettiğiniz bir ülkeye gidemediniz ve İTÜ'nün Alman ekolü ile sıkı ilişkisinden kaynaklanan bir seçim oldu bu değil mi?

O günlerde başka bir şansım yoktu. Tercih imkanım olsa büyük ihtimalle İtalya'yı seçerdim. Bugün 50 yıla dayanan dostluğumuz olan Danimarkalı bir meslektaşım, Ebbe Melgaard, ben asistanken İTÜ'ye gelmişti. Onun sayesinde bir Danimarka hayali kalmıştı kafamda, fakat hasbelkader Stuttgart'a kapağı attım ama doğrusu Alman zihniyetine pek dayanamadım. Orada doktora yapıp İTÜ'ye dönme hayallerim de boşa çıktı.

O dönemde hangi alanda uzmanlaşmayı planlıyordunuz?

Uzmanlaşmam biraz şans biraz da emrivaki ile oldu. Kopenhag'daki dostuma yazdığım mektuplarda, Almanya'dan çok sıkıldığımı anlatınca, 1959'un Aralık ayında beni oraya davet etti. Kophenag'da birkaç büro ile tanıştırabileceğini ve bunlardan birinde mutlaka bir iş bulacağımı söyledi. İlginçtir, bunların çoğu da şehircilik bürolarıydı.

Burada belki bir parantez açmak gerekiyor. Aslında şehirciliğe önceden de bir meylim vardı. Mimarlık öğrencilerine lisans ikiden başlayarak iki yıl boyunca, Kemal Ahmet Arû ve Ahmet Keskin hocalar tarafından, Şehircilik I-II ve Şehircilik III-IV dersleri veriliyordu. Konuya oradan bir yatkınlığım vardı. Hatta dersteki en iyi talebelerden biri olduğum için Şehircilik Kürsüsü'nden asistanlık teklifi de almıştım, fakat daha sonra başka birini tercih ettiler. Konudan kopmamın bir nedeni de odur, yoksa şehirciliğe doğrudan asistan olarak başlayacaktım.

1959 yılında Kopenhag'a gidince, arkadaşım beni Anne-Marie Rubin ve Bo Jensen'ın planlama bürosuna götürdü. 1960 Şubatından 1964'ün Eylül ayına kadar bu büroda çalıştım. Bu arada –büro ile ilişiğim kesilmeden- çalışma hayatımın 4,5 yıllık periyodunun yaklaşık bir yılını İngiltere'de (1961-1962); diğer bir yılını ise Hollanda'da (1963-1964) geçirdim. Bunları çıkarırsak geriye kalan üç yılım Danimarka'da geçmiştir. Yani yurt dışında en uzun süreli kaldığım ülke Danimarka'dır ve şehircilik anlayışım da Danimarka kökenlidir. Dolayısıyla da anglo-saksondur. Bunu söyleyişimin özel bir nedeni var, çünkü gerçekten farklılar. Fransız ve Alman ekolünde coğrafya hakimdir ve merkeziyetçi bir yapı vardır. Danimarka'da ise daha çok, merkeziyetçilikten kaçan bir yönetim anlayışı vardır. Almanların eyaletleri gibi bölünmüştür ve bu birimlerin planlama bağlamında belli bir özerklikleri vardır.

Türkiye'ye geri dönmeye ne zaman karar verdiniz?

Almanya, Danimarka, İngiltere ve Hollanda'da bulunduğum bu 5 yıllık süreç, 1964 Eylülüne kadar sürdü. O sırada Danimarka'da tanıştığım bazı ODTÜ'lü dostlar, "Hep kariyerden bahsediyorsun. ODTÜ'de 1960 yılında bir Şehir Planlama bölümü açıldı, bu sene (1964) ilk mezunlarını veriyor. Hollanda'dan aldığın planlama sertifikan var, oraya gidersen seni havada kaparlar" deyince, rahmetli eşime de danıştım ve büyük oğlum 6-7 aylıkken Türkiye'ye dönüş kararı aldık. ODTÜ'deki öğretim hayatım 1964'ten 1971 yılına kadar aralıksız bir şekilde devam etti.

ODTÜ'nün bana verdiği en büyük ilham, sosyal bilimlerle teknik bilimlerin bir arada oluşudur. Ne İTÜ'de ne de Akademi'de bu yoktu. Akademi'de bunun yerine sanat geçer: resim, heykel ve grafik tasarım. İTÜ'de de inşaat, makine ve elektrik mühendislikleri geçer. ODTÜ ise tam bir Amerikan kampüsüdür. Teknik bölümlerin yanında beşeri bilimlerle ilgili tüm bölümler mevcuttur; iktisat, sosyoloji, felsefe, psikoloji.

Doktoranızın altyapısı da bu ortamda oluştu tabi...

Evet, bu durumla çok bağlantılı. Gerçi doktoramı tamamlaya, ODTÜ'deki son yıllarıma doğru uyanıp karar verdim. İlk geldiğimde, 6 ay kadar araştırma görevlisi olarak görev yaptım daha sonra ise yardımcı doçentliğe terfi ettim. O arada rahmetli Mübeccel Kıray ile tanışma fırsatım oldu. Birinci sınıf öğrencilerinin Temel Tasarım Atölyesi'nden sorumluydum. Bu dersi, rahmetli öğrencim Raci Bademli ile 1967-68 öğretim yılında başlatmıştık. Mübeccel Hoca da aynı sınıfa "Sosyolojiye Giriş" dersi vermekteydi. Onunla tanışmak çok heyecan verici bir olaydı. Mübeccel Hoca'nın kanalıyla ve biraz da kendi inisiyatifimle iki felsefe hocası ile tanıştım. Birisi emekli olan Nusret Hızır, diğeri ise henüz aktif olarak ders veren Hüseyin Batuhan idi. Bu iki hocanın, felsefeye olan merakımı tetiklemede çok önemli rolü olmuştur. Her ikisini de rahmetle anıyorum.

Özellikle Nusret Hoca olağanüstü bir insandı. Tanıştığımızda 75'lerindeydi. Bana ilk olarak felsefenin ürkülmeyecek bir şey olduğunu öğretti. Bizim gençlerimiz felsefeden ürker genellikle. Batıda bile bir miktar kaçarlar bu konudan.


Prof. Dr. Sümer Gürel ile...
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :