Genel olarak projelerinizde sürdürülebilirlik ve çevresel faktörlerin öncelikli olduğunu görüyoruz.
Bu konu bizim için yalnızca bir “trend” ya da “zorunluluk” değil; tasarımın omurgasını oluşturan bir sorumluluk alanı. Şerbetçi Architects olarak sürdürülebilirliği sadece enerji verimliliği ya da yeşil sertifikalar üzerinden değil, çok daha geniş ve derin bir perspektiften ele alıyoruz.
Bizim için sürdürülebilirlik, projeye sonradan eklenen bir katman değil, en baştan tasarımın içine işlenen bir refleks. Her yapı, koşullar elverdiğince çevresine zarar vermeden, insanla doğa arasında sağlıklı bir köprü kurmalı. Evet başta zorunluluk değil dedim ancak bu dengeyi sağlamak artık bir tercih değil belki etik bir zorunluluk.
Malzeme seçimlerinde bu bağlamda nelere dikkat ediyorsunuz ve favori malzemeleriniz var mı?
Mümkünse bölgesel olarak temin edilebilen, doğayla uyumlu ve işlenmemiş ya da az işlenmiş malzemeleri tercih ediyoruz. Örneğin Gaziantep’te çalıştığımız projelerde yöresel taşı kullanmak, yapıyı bağlama daha da yaklaştırıyor.
Bazı malzemeler zamanla güzelleşir; bazıları ise hızla yıpranır. Doğal ahşap, taş, kireç sıvalar gibi malzemeler zamanla patina kazanarak yapıya karakter katar, biz de bu "olgunlaşmayı" önemsiyoruz. Bir malzemenin kullanıcıyla kurduğu fiziksel temas dokusu, ısısı, ses geçirme biçimi tasarımın ruhunu belirliyor. İç mekânda yumuşak dokulu, sıcak hissiyatlı malzemeleri öne çıkarıyoruz. Favori malzemelerim;
Doğal Ahşap: Hem iç hem dış mekânda sıcaklık, doğallık ve yaşanmışlık hissi yaratıyor.
Taş (özellikle traverten ve bazalt): Hem yerel hem sağlam. Zamana karşı dayanıklı ve estetik.
Kireç Bazlı Sıvalar: Nefes alabilen, doğal görünümlü ve sürdürülebilir yüzey çözümleri.
Doğal kumaşlar ve keten paneller (iç mekânda): Özellikle kütüphane gibi sosyal mekânlarda sıcaklık katıyor.
Corten çelik (dış mekânda): Doğaya karşı paslanan ve yaşla güzelleşen bir estetik değer taşıyor.
Ham beton (seçici kullanımlarda): Yüzey karakteri yüksek, yalın ve güçlü.

Gaziantep Valilik Binası
Bu aralar gündeminizde başka neler var?
Şu sıralar stüdyomuzun gündemi oldukça yoğun ve heyecan verici diyebilirim. Hem yerel hem de uluslararası ölçekte birden fazla proje paralel şekilde ilerliyor ve her biri farklı bir bağlamda, farklı bir hikâye anlatıyor. Tabi şimdilik bu projeler hakkında detay veremeyeceğim. Ama zamanı gelince paylaşmak için sabırsızlanıyorum.
Gelecek planlarınız neler?
Gelecek planlarımızı üç ana eksen üzerinden şekillendiriyoruz: mimari derinleşme, uluslararası açılım ve kültürel katkı. Her biri birbirini besleyen, büyüten ve ofisimizin vizyonunu ileri taşıyan başlıklar diyebilirim. Önümüzdeki dönemde, eğitim yapıları, kırsal konutlar ve sosyal konut projeleri gibi daha fazla toplumsal etki yaratan tipolojilere yönelmek istiyoruz. Bu projelerde estetik ve işlevselliğin ötesine geçerek, mekânın dönüştürücü gücünü araştırmayı planlıyoruz.
Şu anda Azerbaycan’daki projeyle başlayan yurt dışı açılımımızı daha da geliştirmeyi hedefliyoruz. Özellikle Kuzey Afrika ve Avrupa coğrafyalarında yerel işbirlikleri kurarak kültürel çeşitliliği besleyen bir tasarım üretimi gerçekleştirmek istiyoruz.
Londra’da bulunan ofisimizi, bir yaratıcı platforma dönüştürmek de ajandamızda var.
Son olarak, ofis kültürünü daha da zenginleştirmek, genç tasarımcıları destekleyecek esnek yaratıcı alanlar ve stüdyo sistemleri kurmak da önceliklerimiz arasında. Yani sadece proje değil, kültür üreten bir ekosistem inşa etmeyi hedefliyoruz. Tabi bunlar belki büyük hedefler ama ekibimizin yüksek motivasyonu bu hedefleri gerçekleştirilebilir kılıyor.
Genç meslektaşlarımıza ve mimarlık mesleğini seçmek isteyen arkadaşlarımıza neler söylemek istersiniz?
Bu soruya her zaman büyük bir içtenlikle yanıt veriyorum çünkü mesleğe yeni adım atacak gençlerin heyecanı, bana da ilk günlerimi hatırlatıyor.
Mimarlık; gözlem yapma, düşünme, anlamlandırma ve sonra anlatma sanatıdır. Bu meslek sadece teknik bilgiyle değil, duyarlılıkla, merakla ve sabırla yapılır. O yüzden kendinizi sadece programlar ya da çizim yeteneğinizle değil, dünya görüşünüzle de besleyin. Sinema, edebiyat, felsefe, doğa, sokak hayatı... Hepsi birer mimarlık kaynağıdır. Size verilen her brief, her jüri yorumu, her sektör normu mutlaka doğrudur diye düşünmeyin. Sorgulayan, nedenini arayan, alternatif üreten bir tutum sizi öne çıkarır. Mimarlık; eleştiren, düşünen ve özgün olanı bulmakla gelişir.
Mimarlık zor ama çok anlamlı bir yolculuk. Bu meslek sizi sadece mimar değil, daha geniş düşünen, daha duyarlı ve yaratıcı bireyler haline getirir. Bu yüzden, eğer gerçekten seviyorsanız, hiçbir zorluk sizi yolunuzdan alıkoyamaz.

Mehmet Akif Ersoy Kültür Evi
Ayrıca gelecek nesil mimarlara, özellikle kadın mimar adaylarına ilham vermek ve onlara yol göstermek adına kendinizi nasıl konumlandırıyorsunuz?
Bu benim için çok özel ve sorumluluğu yüksek bir konu. Mimarlık gibi hâlâ erkek egemen yapının ağırlığını hissettirdiği bir alanda, bir kadın olarak hem üretmek hem de görünür olmak başlı başına bir mücadele. Dolayısıyla kendimi sadece tasarım yapan biri olarak değil, temsil eden biri olarak da konumlandırıyorum.
Benim bu meslekte karşılaştığım zorluklar, bazen görünmeyen ama hissedilen ayrımcılıklar beni yıldırmadı ama dönüştürdü. O yüzden genç kadın meslektaşlarıma da şunu söylemek isterim: Güçlü olmak zorunda değilsiniz ama kararlı olun. Mimarlıkta var olmak için kimseye benzemek zorunda değilsiniz. Kendi sesinizi, kendi tarzınızı, kendi düşünce şeklinizi oluşturduğunuzda zaten öne çıkarsınız. Ben bu noktada hem işlerimle hem duruşumla rol model olabilmeyi, sadece başarıyı değil, süreci ve zorlukları da açıkça paylaşabilmeyi önemli buluyorum.
Eklemek istedikleriniz
Biz mimarlar, sadece yapılar inşa etmiyoruz aynı zamanda hayatlara dokunan mekânlar, toplumsal bağlar, gelecek senaryoları tasarlıyoruz. Bu büyük bir sorumluluk ve bir o kadar da kıymetli bir alan. Mimarlığın sadece çizimden ya da malzemeden ibaret olmadığını; düşünmekten, sorgulamaktan, hayal kurmaktan beslendiğini unutmamak gerekiyor.
Ben kendi yolculuğumda, mimarlığın beni sürekli dönüştürdüğünü, yeniden tanımladığını ve bazen de sınadığını gördüm. Ama her defasında daha derin, daha duyarlı, daha özgün bir üretim diliyle geri döndüm. Dilerim ki bizden sonraki nesiller de bu üretim kültürünü sahiplenir, geliştirir ve çok daha ileriye taşır.