Görünen o ki, satın alınan hiç bir arzu nesnesi, hiçbir ‘marka' ve hiçbir ‘pompalanmış' ürün, kişinin bir çeşit ‘tuzağa düşmüş' olduğu gerçeğini değiştiremez. Çünkü, sistemin kopmaz parçaları, bu ‘aynılık', bu ‘tek tiplik' ve bu ‘metalaşma' unsurlarıyla birbirine bağlanmıştır. Yoksa günümüzde bu denli büyük bir ‘reklam bombardımanı' ve ‘düş pazarlaması' furyası var olabilir miydi? Aslında oyun yüz yıllardır aynı şekilde sürüp gitmektedir; ufacık ahşap bir oyuncağa tapan ilkel insanlardan din tacirlerine, porno patronlarından konut pazarlamacılarına dek hepsi aynı taktiği uygular: Tatminsiz ve açgözlü ruhtaki boşluğu en iyi dolduran kazanır.
Son yıllarda konut sektöründe sıkça kullanılmakta olan; ‘hayat senin ekseninde', ‘şehir merkezinde doğayla iç içe bir yaşam', ‘siz en iyisi geleceğinizi sağlama bağlayın', ‘cennet ayaklarınızın altında', ‘kusursuz yaşamlar', ‘krallar gibi yaşayın', ‘Japon güneşi Haliç'te doğuyor', ‘doğal hayatı yaşama evleri', ‘hayallerinizi inşa ediyoruz', ‘Boğaz'da yaşar gibi', ‘güven inşa eder', ‘yuvanızda beş yıldızlı konfor', ‘bazıları yükselmek ister', ‘%100 Toscana', ‘yeni bir hayata susayanların buluşma noktası', ‘Adapark'ın mutluluk tablosu' ve ‘yeniden doğuşa hazır mısınız?' gibi sloganlar, artık konutun da bir tüketim nesnesi, pazarlanacak bir nesne, statü bildiren bir ikon ve tatmin eden bir fetiş nesnesine dönüştüğünün kanıtıdır.
Çünkü önceleri, günlük yaşamda sıradan bir ihtiyacı gidermek için kullanılan bir nesnenin, bir anda benzerlerinden daha ‘üstün' bir noktaya yerleştirilebilmesinin örnekleri başka alanlarda yaygındı; bir çikolata markası için yaratılan, Rolling Stones'un ‘I can't get no satisfaction' (tatmin olamıyorum) şarkısıyla ünlenen reklamda olduğu gibi.
Elbette bu taktiklerin doğru ya da yanlış olduğu ileri sürülemez. Öyle ki insanın, bebeklikten itibaren ruhsallığını doyurmak amacında olduğu ortada. İhtiyaçlarının karşılanması yetmiyor, ayrıca bu ihtiyaçlar karşılanırken yaşanan manevi doyum da önemli. Bu doyumu sağlayanın da sözcükler, yani dil olduğu açıktır. Belki de içsel doyumu asıl gerçekleştiren şey budur. Öyle olmasaydı, birbirinin aynı iki nesneden, daha ikonik, daha marka, daha fetiş olanı seçilmezdi. Bu, nesnenin ilettiği salt anlamın çok ötesinde bir anlamdır. Bu, insanın kendisinin yarattığı illüzyonlara gerçekmiş gibi inanmasının kanıtıdır.
Süslü reklam cümleleriyle pazarlanarak kişiyi tatmin etmesi hedeflenen ve günümüz toplumunda büyük ölçüde hedefine ulaşmış bulunan bu ‘temalı konut nesnesi' ise, insana Jean-Paul Sartre'ın ‘Bulantı'sındaki şu dizeleri hatırlatıyor:
Jean-Paul Sartre
"Benim bildiğim, nesnelerin insana dokunmaması gerekir. Çünkü canlı değillerdir. Aralarında yaşar, onları kullanır, sonra yerlerine koruz. Onlar sadece yararlıdırlar. Oysa bana dokunuyorlar. Çekilmez bir durum bu. Onlarla bağlantı kurmak korkutuyor beni. Sanki hepsi birer canlı hayvan. Geçen gün deniz kıyısında, çakıl taşını elime aldığım zaman ne duyduğumu şimdi daha iyi hatırlıyorum. İçim bayılır gibi olmuştu. Bu duygunun çakıl taşından geldiğinden, ellerime ondan geçtiğinden kuşkum yok. Ellerde duyulan bir çeşit bulantı bu."
Kaynaklar:
- Barthes, Roland, Göstergebilimsel Serüven, 2005, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
- Erdem, Nilüfer, Kahramanın Yolculuğu, Düşler, Düşlemler ve Masallar Sempozyumu 2010, Derleyenler: Nilgün Taşkıntuna, Yeşim Korkut, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2012, İstanbul.
- Sartre, Jean-Paul, Bulantı, 2012, Can Yayınları, İstanbul.