Türkiye'de mimarlık alanındaki en iyi diploma projelerini seçmek üzere bu sene 18'incisi düzenlenen Archiprix Türkiye'nin jürisinde yer alan Michel Rojkind, yarışmanın ödül törenine katılmak üzere ikinci kez Yapı-Endüstri Merkezi'ne konuk oldu.
2010 yılında YEM'de "Bulaşıcı Risk" başlıklı bir seminer veren Rojkind ile, İstanbul'da gerçekleştireceği ikinci konferans öncesinde bir araya gelerek keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Mimarlık üretimleriniz üzerinden disiplin insanını -kavramın modern sonrası inşaatına referans veren karşılığı ile- "mimar"dan ziyade, bir tür strateji uzmanı olarak konumlandırdığınız gözlemleniyor. Bu kavrayış kaymasının nedeni, bugün mimarın nesne yerine süreç tasarlayan bir aktör olarak kendini yeniden inşa etmesinde mi yatıyor?
Her şeyin kararını mimar olarak yalnız başımıza verdiğimiz dönemleri geride bıraktık. Mimarlar olarak bunca sayısız uzmanlık varken, bu çoğullukla nasıl farklılık inşa edebileceğimize odaklanıyoruz. Yalnızca mimarların değil, endüstriyel tasarımcının, ekonomi stratejistinin, sosyologun, ekologun bir arada bulunduğu bir masadan, ne gibi farklı fikirlerin çıkabileceğini irdeliyoruz. Üstelik jenerasyonumuz mimarları, tam olarak da bu sayede dinlemeyi öğrendi.
Erken 20. yüzyıl mimarları kimseye kulak asmazdı ki! "Benim" dedikleri mobilyaları bile kendileri tasarlamıyorlar ama esas tasarımcıları geri planda bırakıyorlardı. Bugün bunu açıkça biliyoruz. Günümüzde ise, projelerimize dahil olan nesnelere ilişkin tamamen farklı bir övünme biçimimiz var. "Bakın, şahane yetenekte bir arkadaşım var ve burası için inanılmaz bir koltuk tasarladı" diyoruz. "Grafikler için çok başarılı bir ofis buldum" diyerek kendinizle gurur duyabiliyorsunuz. Çünkü artık mesele iş ortaklığında gizli…
Öte yandan "Mimarlarla dolu bir masada egoların çatışmasını izlemektense, endüstriyel tasarımcıları, grafik tasarımcıları bir araya getiren bir masada vakit geçirmeyi tercih ederim" diyorsunuz.
Bilemiyorum, belki müzik geçmişimden kaynaklanıyordur. Arkadaşlarımın çoğunun müzisyenler veya yönetmenlerden oluşmasının da etkisi olabilir. Elbette bir sürü mimar dostum var ama onlarla bir araya geldiğimizde de mimarlık konuşmuyoruz. Aslında, tüm bu sosyal çevre tercihlerini, yaptığım işle son derece ilgili buluyorum çünkü dünyayı onların gözlerinden görmeyi tercih ediyorum. Sadece mimarların gözünden bakarak, oranlar, malzemeler ve bitiş detaylarını gördüğüm bir dünya istemezdim.
Mimarlarla çevrili bir hayatla neredeyse dalga geçiyorsunuz.
Çünkü kendimle dalga geçiyorum! Gelecekte bize "mimar" diyecekler mi, bundan bile emin değilim. Gerçekten… Gelecekte bir kariyer yönelimi olarak "mimarlık" var olmaya devam edecek mi, bilmiyorum. Pratiğin dinamiklerinin dönüştüğünü, meslek insanları olarak farklılaştığımızı gözlemliyorum. Aslına bakarsan tüm disiplinler için bunu söyleyebilirim. İleride meslek eğitimi almak için tamamen farklı bir sistemden geçeceğimizi, başka dersler alacağımızı, başka işler yapacağımızı düşünüyorum.
Müzisyenlik yaptığım dönemde, bir kişinin aynı anda iki işi yapıyor olması nadiren rastlanan bir durumdu. Şimdilerde ise bir kişinin üçten az işi yapması nadir görülür oldu. Çevremiz "dj + fotoğrafçı + sosyal medya uzmanı + ekonomist" insanlarla dolu… Ama maalesef toplumsal olarak bireyleri etiketlemeye ve paketlemeye çok meraklıyız. "Ekonomi mi okudun? Tamam, ekonomiden başka bir konuda fikir belirtemezsin sen." Hadi ama! Hayat bu! Canım ne isterse ondan bahsederim!
Mimarlık üretimlerinize baktığımızda bir tür "imza mimarlığa" rastlamıyoruz. Yalnızca form tercihlerinden söz etmiyorum; her projenizin tamamen farklı süreç ve yaklaşımlarla motive edildiğini görüyoruz.
Aksi çok egositçe olurdu, öyle değil mi? "Müşterinin kim olduğu, bütçenin ne kadar olduğu umurumda değil. Bu, benim mimarlığımı yapma biçimim" deyip geçmek olur bu… Her projede coğrafi koşullar farklı, o coğrafyadaki siyasi durum farklı, finansal strateji, zamanlama farklı… Proje nasıl aynı olabilir ki? Olabilseydi, çekmecemden bir proje çizimi çıkarır ve "Bunu Japonya için hazırlamıştık ama gerçekleştirilmedi. Türkiye'de yapmak ister misiniz?" diye sorabiliyor olmalıydım. (gülüyor)
Ben, bir mimarlık projesinin oluşturulma sürecinde fiziksel koşullara, toplumsal yapıya, yerel üretim süreçlerine, dijital süreçlerin yerel üretime nasıl entegre edilebileceğine bakıyorum. Tüm bunlardan -ve hatta daha fazlasından- yola çıkarak, elimdeki tasarım problemine yönelik en iyi çözümü nasıl ortaya koyabileceğimi araştırıyorum. Firmaların, tam olarak da bizimle çalıştıkları durumda, onlara sunduğumuz mimarlıkla "ne söyleyebileceği" ile ilgileniyorum.
Sonraki sayfada: Bir Snoopy Parodisi Olarak Mimarlık Konuşmak >>>>>