VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisi'nin (VÇMD) mimarlık kültürüne odaklanan dördüncü sergisi 26 Mart'ta İstanbul Modern'de ziyarete açıldı. "Dikkat Kaygan Zemin" başlıklı serginin hazırlık sürecini ve kapsamını, küratörü Yelta Köm ile konuştuk. Günümüzde mimarın tek bir karakter olmadığına ve tek bir mimarlık yapma biçimi ile hayatta kalma şansının bulunmadığına dikkat çeken Köm, mimarlık kültürü ve mesleğinin yeni varolma biçimlerini aktardı...
"Kültürün nasıl bir sadeleştirme, arınma hikayesine dönüştüğünü fark ettim"
Mimarlık kültürünü sorgulayan dördüncü VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisi (VÇMD) sergisinde ilk kez yurtiçi ve yurtdışından katılımcıların işleri bir arada yer alıyor. Küratör olarak serginin çerçevesini oluştururken nasıl bir ön çalışma yaptın?
Yelta Köm: VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisi'nde bu sene "kültür" teması seçilince, mimar olarak sadece kültür üzerine ahkam kesmektense, bunu mimarlık kültürünün içerisine alıp daha bildiğimiz sularda hareket etmek adına, mimarlık kültürü üzerine bir sergi hazırlamak üzere yola çıktım. Kültür üzerine çalışmaya, düşünmeye başlayınca da kültür denildiğinde kafamızda oluşan şeyin nasıl bir sadeleştirme, arınma hikayesine dönüştüğünü fark ettim. Aslında herkes bunun böyle olmadığının farkında; Google'da "kültür" diye arattığında karşına folklor çıkıyor. Daha sonra kültür üzerine kapsamlı bir metin yazdım. Bu metinde Martha Rosler'in yaptığı "Culture Class" kavramı da, sergi içersinde "Semboller ve Ritüeller" bölümünde referans verilen Uğur Tanyeli'nin "kültürel otarşi illeti" kavramı da yer aldı. Böyle birçok kaynaktan yararlanıp, karma, harmanlanan bir kurgu oluşturmaya çalıştım ve katılımcıları sergiye davet ettim. Bir kısmı zaten işlerini bildiğim, takip ettiğim, kimi zaman birlikte çalıştığım; bir kısmı da işlerini uzaktan gördüğüm ama daha önce çalışma fırsatı bulamadığım insanlardı. Yurtdışından katılımcılar işte bu sayede ortaya çıktı.
Dikkat Kaygan Zemin sergi ekibi
"Mimar tek bir karakter değil"
Peki, yurtdışından gelen katılımcıları neye göre belirledin?
Aslında bu gerçekten çok kişisel bir seçim oldu çünkü böyle bir meseleyi kurgularken sürekli kendi içinde liste yapıyor ve kimlerle çalışabileceğini düşünüyorsun. Mimarlığı farklı biçimde yapan insanlara doğru baktıkça, bu listeyi ne kadar çoğaltabileceğimi düşünmeye başladım ve bu farklı karakterler ortaya çıktı. vgpd'den Demetra (Vogiatzaki) ile Néféli'nin (Papadimouli) işindeki gibi... Cinsiyet ve bedenin transformasyonu üzerine çalışan, mimar olup bu konuyu dile getiren insanlarla çalışmak istiyordum. Onlara ulaşıp sergiye davet ettim. Ya da Epitome'un yaptığı iş... O ekibin de hepsi mimar ama farklı bir mimarlık yapıyorlar. Veya DEPURati'nin Babil Kulesi performansı... Sanırım kriterim şuydu; mimarlık formasyonundan geçmiş ama yine mimarlık yaptığını savunup başka türlü bir mimarlık yapanlar. En başta sunumları yaparken hep, mimarın tek bir karakter olmadığından bahsediyordum: "Yazı yazan mimar var, çizen mimar var, bankacı mimar var, pizzacı mimar bile olabilir. Bu karakterlerin hepsini tanımalı ve bu kurguyu onların olduğunu kabul ederek yapmalıyız."
"Yeni varolma biçimleri kriz anlarında ortaya çıkıyor"
Bugün dünyada mimarlık kültürü bağlamında öne çıkan yaklaşımlar neler? Sergi için kaleme aldığın metinde "yeni varolma biçimleri"nden ve sergide yer alan işlerin bu yeni yaklaşımların bir seçkisi olduğu bahsediyorsun. Bu durumu dünya ve Türkiye ölçeklerinde değerlendirebilir misin?
Çok enteresandır, yeni varolma biçimleri hep kriz anlarında ortaya çıkıyor. Mesela Yunanistan'daki krizinden sonra ülkede birçok kolektif üretim ve mimarlık oluşumu ortaya çıkmaya başladı. Türkiye'de de aynısını gördük. Peki yeni varolma biçimlerine neden ihtiyacımız var? Çünkü bu sistemde tek bir mimarlık yapma biçimi olarak hayatta kalma şansımız yok. O türlü olursak zaten bize ezberletilmiş kalıpların içerisinde aynı mimarlıkları tekrar edip, (burada aynı mimarlık derken aynı tarz binaları kast etmiyorum), aynı iş yapma biçimleri, aynı mimarlık üretme biçimlerini yaparak hayatımıza devam ederiz. Bu da çoğalmaz. Öte yandan film yapmak da bir mimarlık, kâr amacı gütmeyen, aktivist çalışmalar yapmak da bir mimarlık. Ben bu önceki kalıpların gittikçe yıkıldığını düşünüyorum. Beş sene önce bu tip farklı varolma biçimleri için "o da mimarlık mı?" sorusu sorulurken, artık bunlar mimarlık meselelerinin içinde konuşulmaya başlandı. Bu serginin sordurttuğu ana sorulardan biri de bu olabilir; "Bu da mimarlık mı?". Bu da mimarlık.
"Gelecekte starlarımız olmayacak"
"Dikkat Kaygan Zemin" sergisinin geleceğe dair bir sorgulama ortamı sunduğuna dikkat çekiliyor. Serginin küratörü olarak gelecekle ilgili çıkarsamaların nelerdir?
Gelecekte her şeyin daha kolektif olacağına inanıyorum. Yani hem bireyselleşme, hem kolektiflik diyelim. Merkeziyetçiliğin iyice dağılacağını ve merkezlerde toplanma içgüdümüzün de gittikçe köreleceğini düşünüyorum. Çünkü çokmerkezli bir hayat sistemine alışabildiğimiz zaman her şeyi daha iyi okuyabiliriz. Starlarımız olmayacak çünkü herkes star olacak ya da küçük küçük starlarımız olacak diyelim... Ya da birisi ortaya bir laf attığı zaman onun peşinden gidilmeyecek çünkü zaten orada başka bir enteresan laf daha olduğunu bileceksin ve bence gelecek böyle bir yer olacak. O zaman da herkes daha mutlu olacakmış gibi hissediyorum açıkçası.
"Şeffaflığın kültür kurumları için de bir mesele olduğunu düşünüyorum"
Serginin yer aldığı İstanbul Modern, hem kentsel hem de küresel ölçekte önemli bir kültür yapısı. Ancak hız kazanan dönüşüm projeleri çerçevesinde kapatılacağı/taşınacağı gibi haberlerle sıkça gündeme geliyor. Tam da "kaygan zemin" ifadesini doğrular bir şekilde... Kültürü temel alan bu sergi ile gerçekleştiği mekan arasında nasıl bir etkileşim yaratıldı?
Kentler değişiyor, ancak bu değişimin nasıl ve neden olduğunu çoğu zaman atlıyoruz. Böyle bir kentsel alanın dönüşümünde toplumun bilgi sahibi olması gerekir, ama bu şeffaflık söz konusu değil. Hoş bu kentsel alanın ne kadar kamusal, ne kadar özel, ne kadar müşterek olduğu başka bir tartışma konusu. Yarı-kamusal diye bir laf var mesela, kamusalın yarısı mı olur?
Bu süreçler içinde nasıl dönüşeceği nereye gideceği soru işareti. Söz konusu şeffaflığın sadece idare ya da iktidar tabanlı değil, kültür kurumları için de bir mesele olduğunu düşünüyorum, ama başka bir açıdan; ne kadar geçirgen, sınırlarının ne kadar muğlaklaşabildiği konusunda... Kültür üretiminin merkezi sayılabilecek bu binalar, mikro güvenlik noktaları ile minik panoptikonların birleşimi gibi olabiliyor. Sonra da zaten algınızı kaybediyorsunuz, kontrol takıntılı öğretmenlerin olduğu bir ilkokulda mıyım, bir alışveriş merkezinde miyim, yoksa lüks müşterilerini ağırlayan bir otel lobisinde miyim?
Bu serginin en başından beri bir derdi vardı; kültürün üzerimize dayattığı temiz, arınmış olma hali ile uğraşmak. "Müze içinde müze" diye bir sözüm vardı bu projeyi kurarken. "Dikkat! Kaygan zemin" derken, içinde var olmayı seçtiğiniz yapı ile de kavramsal bir ilişki kurmanız gerekiyor. Oraya basmadan önce, bastığınız zemin önem sarf ediyor.
Belirttiğin gibi burası da bir kültür mekânı ve bu kültür mekânının içerisinde sergiyi konumlandırabileceğin, müzeye gelen insanların ilgisini çekebileceğin belli sınırlar var. Çünkü bir yandan da şöyle bir durum söz konusu; insanlar bir mimarlık sergisinde ne olacağını çok da bilmiyor. Müze değil, herhangi bir yerde de olsa mimarlık sergisi ya da mimarlığı konu alan sergi denildiğinde zaten bir soru işareti oluşuyor. Mesela daha bugün, bindiğim taksinin şoförü "projeler sergileniyor değil mi?" dedi. Bu aslında yeni bir karşılaşma. İstanbul Modern'de olmasının sayılı iyi yanlarından biri, sanata ilgi duyan kitleyle karşılaşma şansının artması. Bunu nasıl gözlemleyeceğimizi bilmesem de, bu karşılaşmanın kurduğu dilin başarısını merak ediyorum. Sergiyi tasarlarken düşündüğümüz, sergin tasarımının ilgi çekici ve akılda kalan bir obje olma meselesi aynı zamanda "müze içinde müze" alegorisini de yaratmalıydı. Yani sadece içeriğiyle değil, tasarımı ve kurduğu obje ile de insanların aklında bir mimarlık sergisi olarak kalabileceğini düşündük. Birbirini tamamlamasını, üst üste gelmesini istedik. Çünkü işlerden hiçbir şey anlamasan bile o strüktürden bir şey alıp geri dönebilirsin.
Önceki üç serginin bu anlamda nasıl bir yönlendiriciliği oldu?
İlk sergi serinin en başarılı işlerinden biriydi, çok dolu doluydu. İkinci sergi özellikle güncel sanat ve sanatçılar ile ilişki kurdu. Üçüncü serginin de araştırma kısmı çok iyiydi. Tabii bunların hepsini bilmek bir anda üzerine bir yük bindiriyor çünkü öncesinde üç tane iyi iş çıkmış ve dördüncüsünü yaparken şimdi ne yapacağım sorusunu doğuruyor. Bir yandan farklılaşmak isterken, bir yandan öncekilerde denenmiş, garantili sonuçlar var. O sergilerden hatırlayıp buraya çok olağan bir şekilde uyarladığım referanslar da oldu.
VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisi Sunar: DİKKAT! KAYGAN ZEMİN Mimarlık Kültürü Üzerine Bir Sergi, 31 Mayıs'a kadar İstanbul Modern Sanat Müzesi'nde izlenebilir.
Ayrıntılı bilgi için tıklayınız.