Web sitesiniz şu anda sadece İngilizce, bu tercihin nedenini öğrenebilir miyiz?
OK: Evet, şu an için öyle. O konuda kendi içimizde çok savaş verdik. Ama sonuçta yurtdışıyla çok fazla çalıştığımız için İngilizce kalmasında bir sakınca olmadığına karar verdik.
GE: Tabi Tasarımhane adı altındaki internet sitesinin neden İngilizce olduğu ciddi bir eleştiri. Ama bizim için ilk tercih İngilizceydi çünkü bir sürü yurtdışı bağlantımız var. Elbette ki Türkçesi eklenebilir ama eklenmeye de bilir çünkü zaten görsel bir işimiz var.
Özge Gürcan: Müzeyle ilgili bir iş yaptığınız için onun terminolojisi zaten İngilizce. Bunu Türkçeleştirmeye çalıştığınız zaman garipleşiyor, kendini ifade edemez bir hale getiriyorsunuz.
GE: Tanımlamamız gerektiği zaman, yaptığımız işin bile Türkçe karşılığı yok.
ÖG: İlham alınan kaynaklar, takip edilen yayınlar vs hepsi yabancı kaynaklı olduğu için yaptığımız işin terminolojisi, altyapısı da bununla alakalı. Dolayısıyla İngilizce ifade etmek aslında bizim için en sağlıklısı.
"Her şeyi kendi içimizde çözmeye devam edersek, çok rakibimiz olacağını zannetmiyorum"
GE: Bizim eleman alma sürecimiz de bir acayip çünkü aradığımız elemanı tarif ederken, ona sıfat bulmaya çalışırken salt iç mimar, salt grafik tasarımcı ya da endüstri ürünleri tasarımcısı diyemiyoruz. O yüzden sadece tasarımcı diyoruz çünkü tasarım zaten a'dan z'ye bir bütün. Eğer o gözünüz varsa onu oradan alıp buraya kadar getirebilirsiniz. Elbette ki iç mimari altyapı bizim için teknik olarak çok önemli. "Görsel iletişim tasarımı" güzel bir çeviri ama aslında tek başına bir anlamı yok. Hala bir sürü şeyi bir araya getirmek gerekiyor. Şu ana kadar Türkiye'de buna bulunmuş en iyi isim bu ama yabancı literatürde ne aradığımızın tam karşılığı var. Türkçede ona bir karşılık bulmak, ne iş yapıyorsun diyen adama bunu anlatmak çok zor. Öncelikle seni mimar olarak kabul ediyorlar. Sonra "Aaa bu da mı, aaa bu da mı?" derken onun mimarlık olmadığını anlıyorlar. Mesela bugün görüşmede, "Tamam kabuk, atmosfer çok güzel. Siz konuyu bırakın, onu biz hallederiz" dediklerinde; "Hayır" dedim, "Bizim işimiz o. Konuyu da biz halledeceğiz". Böyle bir zorluğu var. Bu konuda çalışan ofisler ve firmalar arttıkça her şeyin yerine oturacağını düşünüyorum. Şu anda bu şekilde çalışan 2-3 yer var ama onlar da bizim kadar detaya inmiyor. Türkiye'de kimler bu işi kimler yapıyor diye örnek verecek olursak; bazı firmalar müzeoloji ve küratörlük altyapısıyla sadece sergileme kısmını çalışıyor, bazıları sadece fikir üretme kısmını çalışıyor, projeyi satıyor, bazıları sadece mimarlık yapıyor ve mimari kabuğun içinde başka hiçbir şeye dokunmadan, değinmeden genel yerleşimler yapıyorlar. Zaten herkes gerek prodüksiyon gerek uygulama konusunda dışarıdan danışmanlarla çalışıyor. Eğer bu yolda her şeyi kendi içimizde çözerek böyle sağlam yürümeye devam edersek, çok rakibimiz olacağını zannetmiyorum.
Bir melez gücü söz konusu...
GE: Evet (gülüyor). Elbette ki dönem dönem birlikte çalıştığımız bir sürü arkadaşımız var, bir sürü ajans var ama ne zaman dışarıya iş vermeye kalksam tatmin olmuyorum. Oturup onlara vereceğim emekle zaten içerde bunu çözebiliyorsam o zaman yapalım diyorum çünkü anlatacak zamanımız yok. Okuyalım, anlayalım ve devam edelim. Öbür türlüsü çok daha zor geliyor.
Diğer birimlerden buraya rotasyona gelenler oluyor mu?
GE: Elbette ki, mesela PTT Pul Müzesi projesinde öncelikle bütün prodüksiyon ekibini buraya aldım. Haliyle herkes kendi işini dinlemek istiyor. "Bana malzemeleri verin, görselleri verin, senaryoyu verin, ben onlardan yaparım" diyorlar. Hayır, yapamazsın, yapmayacaksın, önce beni dinleyeceksin. Benim çalıştığım kadar bu hikayeyi bileceksin. Ben senden görselleri birleştirip altına müzik dayayıp bir şeyler yapmanı istemiyorum, başka bir şey istiyorum. Önce herkes gelip bizim üstünde çalışıp sonuçlandığımız hikayeyi dinlemek zorunda. Ajans da bunu dinlemek zorunda. "Hangi katında ne hikaye var, bunun içinde ne geçiyor, beni ilgilendirmiyor. Sen bana ne istediğini söyle. Logo mu istiyorsun? Renkler ne? Şöyle mi istiyorsun?". İstediğimiz bu değil. O zaman zaten bir anlamı yok bu birlikteliğin.
Aslında onlar için de avantajlı bir durum çünkü başka bir yerde bu kadar detaylı bir brief alamaz.
GE: Ama bazen zor oluyor çünkü insanlardan hem hızlı iş istiyorsun hem de zorla hikayeyi dinletiyorsun. "İki saatinde hikayeyi dinledim, ne kadar zamanım kaldı?" / "Bir saatin kaldı. Çünkü hikayeyi dinledikten sonra onu bir saatte de yapabilirsin, üç saat uğraşmana gerek kalmaz." Ben ekibimi buna alıştırdım, bunun böyle olması gerektiğini ve daha kolay olduğunu artık biliyorlar. Eğer ben onlara bunu anlatmazsam, o emeği benim yerime verecek, işe başlarken az düşünecek kimse yok. Sadece ellerindekini birleştirmeye çalışacaklar. Eğer hikayeyi bir parça bilirlerse o zaman kafaları çok daha kolay çalışmaya başlayacak. Aslında önlerine o kadar büyük bir done koyuyoruz ki, yapacak çok da fazla bir şeyleri kalmıyor. Tek yapmaları gereken, o fikri parlatmak. Zaten ben ajansa bir şey tarif ederken de o kadar net çiziyorum ki çerçeveyi, belki o yüzden anlaşamıyoruz çoğu zaman. Benim gözümde o kadar net bir şey var ki onlardan gelen farklı bir şey tatmin etmiyor.