ODTÜ Kimya Mühendisliği mezunuyum. Bir süre mesleğimi yaptıktan sonra Yeditepe Üniversitesi'nde İngilizce İşletme master'ı yaptım. Yeditepe'yi bitirdikten sonra Bilgi Eğitim'de reklam yazarlığı, film yönetmenliği gibi kültürle ilgili çeşitli seminerlere katıldım. Bütün bunlar bir araya gelince; bilim, teknoloji, film, güzel sanatlar derken kendimi bir medikal reklam ajansında buldum. Bu ajansta uzun süre ürün yöneticisi olarak çalıştım. Daha sonra Tasarımhane ile Astana projesinde bir araya geldik. Başka bir firmanın çalışanı olarak prodüksiyon ve teknolojiler bölümünde görevliydim. Sonra projeler büyüdükçe kesiştik ve 2008'den bu yana burada proje yöneticisi olarak çalışıyorum.
Ben daha çok içeriklerin oluşturulmasında yani hikayenin kurgulanmasında, tarihin araştırılmasında ve projenin koordinasyonunda görev alıyorum. Hikayeyi oluşturduktan sonra, projenin mekana uygulanmasıyla ilgili küratöryel bir çalışma oluyor. O hikayeyi mekan dahilinde hangi medyada anlatacağınızı tasarlamanız gerekiyor. Mesela önünüzde çok büyük bir metin var ama yeriniz kısıtlı. Bu durumda onu bir filme, animasyona ya da diaromaya dönüştürebilirsiniz. Kurgunun tasarlarken aynı zamanda bunun için yeterli teknik altyapınızın da olması lazım. Medya ve iletişim teknolojisini iyi takip etmelisiniz ki bütün bu elemanları bir hikayeye dönüştürebilesiniz. Benim bir avantajım, mühendislikten gelmem oldu. Teknolojiye yabancı olmadığım için bu tür işleri daha rahat anlayabiliyorum belki.
Kiminle çalışırsanız çalışın, doldurmanız gereken birçok prosedür var. Birçok alt şirketle, tedarikçiyle çalışıyor, onlarla birlikte hareket ediyorsunuz. Astana projesinde dünyanın birçok farklı noktasından (İsrail, İtalya, Amerika, Kanada…) teknolojiyi bir araya getirerek, onun lojistiğini sağlayarak çalıştık. Bunların hepsi bir koordinasyon gerektiriyor. Bir kişiden küçücük bir şey satın almak bile ayrı bir süreçken, böyle büyük projelerde çok fazla tedarikçiyle bir arada çalışmak zorundasınız. Ve bunu da müşteriye anlaştığınız şekilde yansıtmalısınız. Yani bu işlerin bir de idari boyutu var. O bölümde de ben görev alıyorum. Dolayısıyla çokyönlü bir çalışma sergiliyoruz. Küçük bir ekibiz ama herkesin çok farklı yönlerde yetenekleri var. Tasarımhane, bunların hepsini birden kullanabildiğimiz bir ortam. Aslında bu nedenle de mutluyuz. Bir işin tek bir parçasını yapıp, "ben diğeriyle ilgilenmiyorum" demiyoruz. Öyle olunca da küçük ekiple çok işler çıkabiliyor.
Kimya eğitiminin bu işe nasıl bir katkısı olduğunu soracak olursanız, analitik bir düşünce yapınız oluyor. Olaylara daha matematiksel bakıyorsunuz. Bunun bazen çözüme faydası oluyor. Mesela ben her şeyin tablosunu yapar, işi oradan takip ederim. Bir süreci baştan sona bir tablo üzerinde görmeyi severim. O bende mühendislikten kalan bir alışkanlık. İşin bir de lojistik kısmı, imalatın yetiştirilmesi ve kurulması boyutu var. Bunların her biri kendi içinde bir disiplin aslında. Böyle büyük projelerde yer almak çok güzel. ODTÜ'de rafineri tasarlamak ve inşa etmek üzerine bir eğitim almıştık. Müzeyi de rafineriden çok farklı görmüyorum. O komplekslikte olmasa da yine de karmaşık bir yapı.
Araştırma çok önemli. ODTÜ'den mezun olurken hocalarımız bize, "Siz her sektörde, her konuda çalışabilirsiniz" demişti. Şu anda orada verilen araştırma ve öğrenme becerisinin faydalarını görüyoruz. Derslere ve sınavlara hep açık kitapla girerdik. Bizden istenen hiçbir zaman ezber ya da konunun tamamını bilmek şeklinde olmadı. Bize bir araştırma metodolojisi öğrettiler ve konuya nasıl yaklaşılacağıyla ilgili bilgiler aldık. Bu prensipleri bilirseniz, bir sektöre sıfırdan bile başlasanız çok rahatlıkla kendinizi geliştirebilirsiniz. İnsana bu cesaret geliyor gerçekten. Ben matematiği hiçbir zaman sanattan ayıramadım. Üniversite seçimlerim sırasında çok tereddüt etmiştim; matematik dalı mı olsun, güzel sanatlar mı olsun diye. O zaman mühendisliği tercih ettim ama sanat tarihi hiçbir zaman benden kopmadı. Ben de ondan kopmadım. İlginç bir şekilde paralel gitti ve bir yerde birleşti. Şaşırıyorum ama çok da memnunum. Bu alana ilgili duyan herkese de konuya çok yönlü bakmalarını tavsiye ederim. Araştırmaktan, öğrenmekten korkmasınlar. Çünkü yeni bir fikir oluşturmanız istendiğinde donanımlı bir bilgiye sahip olmanız gerekir. Çok klasik bir laf olacak ama öğrenmenin sonu yok. Bunu güzel bir şekilde profesyonel hayata yansıtabilirseniz başarı da ardından gelecektir.
Güzin ve Oben'le aynı bakış açısına, aynı heyecana sahibiz. Belki başarımız da buradan geliyor; hepimiz aynı noktada buluşuyoruz. Yeni şeyleri, her seferinde işe yeniden başlamayı çok seviyoruz. Yeni projelerden, yeni konulardan korkmuyoruz. Bazı insanlar bir konuyu ele aldıktan kariyerini sadece o konuda ilerletmek ister ve o kulvarda kalır. Tasarımhane'de farklı bir yapıya sahibiz. Her yeni proje bize yepyeni bir dünya açıyor ve onun heyecanıyla çalışıyoruz. Enerjimiz belki de yeniliği hiçbir zaman bırakmamamızdan geliyor. Öyle olunca insanlar da bunu fark ediyor. Bu şekilde kendimizi zinde tutmuş oluyoruz. Yenilik sizi her zaman açıyor. Ofisimiz de bizi ve tarzımızı yansıtıyor. Burada çalışırken mutluyuz. Tasarımlar da böyle bir ortamdan çıkıyor. Uygulamaya başladığımız zaman proje neredeyse gece gündüz oradayız. Ama buluştuğumuz nokta burası.
Astana'da yaklaşık 6 ay gibi kısa bir sürede projenin hazırlanması, imalatın ve prodüksiyonun bitirilip kurulması şeklinde bir hedef verilmişti. Tavanlar kapanırken biz de imalatları içerisine koyarak, son dakika paralel çalışmalar şeklinde projeyi sonuçlandırdık. İstendiği gibi kentin 10. yıl kutlamalarına yetiştirdik. Orası şu anda Nursultan Nazarbayev'in kendi misafirlerini ağırladığı bir prestij müzesi olarak kullanılıyor. Nazarbayev'in halkına verdiği 10 söz var. O sözleri nasıl gerçekleştirdiğini, o sözlerin anlatımını ve ileride ülkesini nasıl gördüğüyle ilgili hedeflerini anlatan bir müze yaptık. Koleksiyondan çok bu hedefleri anlatan bir sergileme sistemi yapıldı. Dolayısıyla bir devlet başkanının tüm başarıları ve gerçekleşen hayallerinin sergilendiği bir yer oldu. O yüzden kendileri bu müzeye çok önem veriyorlar. Türkiye açısından da güzel, başarılı bir proje oldu.
Türkiye'deki projelerimize gelince, İstanbul Deniz Müzesi, Nusret mayın gemisini müze gemi olarak tekrar yapılacaktı. Geminin Gölcük tersanesindeki yapım aşamasından itibaren projenin içerisinde bulunduk. Yapımı tamamlandıktan sonra devlet töreniyle denize indirildi. Bir gemi denize indirildiği zaman, Türkiye'nin yüzölçümüne katılmış bir kara parçası oluyor. Onun için özel bir tören yapılması gerekiyor. Nusret de törenle denize indirilerek Çanakkale'ye götürüldü.
Çanakkale Zaferi'nin gerçekleştiği 18 Mart'ta çok inanılmaz bir gece yaşanıyor ve ertesi sabah düşman hiç tahmin etmediği bir yenilgiye uğruyor. Koca dev gemilerin, küçücük bir mayın gemisinin karşısında denize gömülmesi hikayesini anlatan bir simülasyonumuz var. Bu müze gemi şu anda Çanakkale'de, Çimenlik Kalesi'nde bulunuyor. İlk altı ay içerisinde gemiyi 140.000 kişi gezdi. Zaten Çanakkale'nin kendisi çok büyük bir müze ve uluslararası çapta bilinen bir yer. Fransız, İngiliz ve diğer yabancı donanma kuvvetlerinin komutanları ile ekipleri burayı özellikle ziyaret edip çalışmayı görmüşler. Anzaklar ve Çanakkale Savaşı'na katılan diğer ülkelerin insanları da özel günlerde burayı ziyaret ediyor. Bulunduğu yer açısından çok güzel, çok prestijli bir proje oldu.
*
Yeni projemiz, Türk Hava Yolları'nın müzesi . Biz hep şunu diyoruz; tam konuyu güzelce öğrenmiştik ki proje bitti. Şimdi yine her şeyi baştan okuyor, öğreniyoruz. Bir konuyu sindirmeden bir şey tasarlamanız, bir fikir ortaya atmanız mümkün değil çünkü mesela karşınızda 180 yıllık tarihe sahip PTT var. Türk Hava Yolları da 80 yıllık bir kurum. Üç sayfa okuyup, karşılarına geçip "Ben şöyle düşündüm" diyemezsiniz. Çok titiz davranıp, her şeyi son satırına kadar öğrenip, ona göre bir tasarım yapmanız gerekiyor.
Her konuda yeni insanlarla çalışmak, yeni ekiplerle karşılaşmak çok güzel bir şey. İnsanın her zaman içinde bulunmak istediği iş ortamı da bu değil midir? Klasik olmamak, monotonluktan kurtulmak, yeni insanlar tanımak, yeni fikirler duymak… Müzecilik gerçekten bunun bir buluşma noktası oldu. Arkeoloji ya da doğa tarihi müzesi obje ağırlıklı müzelerdir ama bize tek satırlık bir konu başlığı bir de obje verin, kocaman bir müze kurabiliriz. En önemli farkımız bu. Ama bu da az önce bahsettiğim bakış açısından ve birikimden kaynaklanıyor. Klasik müzecilikten farklı bir bakış açısına sahibiz ve bunu koruyup geliştirmek istiyoruz.
THY Müzesi'nde koleksiyonu sıfırdan biz oluşturuyoruz. Araştırma safhasında derneklerle, koleksiyonerlerle, müzayedelerle birlikte çalışıyoruz. Bilmediğiniz bir şeyi satın almayı teklif edemezsiniz. Dolayısıyla her bir konu küçük bir master gibi aslında. Şu anda Türk Hava Yolları'nın havacılık tarihine girdik, oradaki bir başlık bir kişinin tez konusuymuş ama benim hepsini birden öğrenmem gerekiyor. Yelpaze gerçekten çok geniş. Ziyaretçiyi yani bugünün insanını çok iyi anlamanız lazım. Oraya gelecek insanların neleri beklediğini, ne yapmak istediklerini ya da bizim onlara ne vermek istediğimizi analiz etmeden proje yapmak, kimsenin beğenmeyeceği bir sonuç doğurur. Şimdi her şey teknoloji ama insanlar birazcık okumak da istiyor.
*
Günümüz müzelerinde birçok disiplinin bir arada çalışması gerekiyor. Belki klasik müzecilikte sadece mimarlık ya da sanat tarihi yeterli olabiliyordu. Bir arkeoloji müzesinde yer alacak eserler bellidir. Asıl amaç bunları sergilemektir; vitrin ve bilgi etiketi… Bugün ise amaç onun hikayesini anlatmak. Mesela İskender lahdi başlı başına etkileyici bir eser ama bugün insanlar onun üzerindeki savaş sahnesinin nasıl olduğunu, oradaki karakterlerin kimler olduğunu öğrenmek ve bunu paylaşmak istiyor. Artık sosyal medya da işin içerisine girdi. Belki THY Müzesi'nde bunu daha da fazla göreceğiz. Dünya da sosyal müzeye doğru bir gidişat var. Katılımcı müzelerin (participatory museums) de kendi içinde yöntemleri var. Bizim şu an izlediğimiz müzecilik/küratörlük anlayışında önce konseptin oluşturulması, hikayelendirilmesi, sonra teşhirin kurgulanması, ondan sonra da iç mimari çizim şeklinde bir çalışma prensibimiz var. Belki artık bu da değişerek sosyal medyaya göre uyarlanacak. Klasik müzecilikte bunların hiçbirisi yok. Asla bunu küçümsemiyorum, o başka bir disiplin ve bakış açısıydı ama bugünün insanı için yeterli değil.
İnsanın içinde yeniliklere yönelik bir motivasyon var. Biz de hiçbir zaman kendimizi tekrar etmek istemiyoruz. THY Müzesi de PTT Pul Müzesi'nden bir adım önde olacak. Sürprizlerimiz var.