MesutT: Aklıma Reşit Soley geldi şimdi. Biliyorsunuz mimarlığı bıraktı, tamamen şarapçılığa yöneldi. Sizde de böyle bir eğilim var mı?
SerhatA: Nevzat, "Reşit Soley üretiyor; bizse sadece tüketiyoruz" der. (gülüşmeler). Elbette vesile olan bir şeyler olmuştur; ama Reşit Soley, anladığım kadarıyla çok bilinçli bir şekilde tasını tarağını toplayıp oraya yerleşti. Benim öyle olmadı, el yordamıyla buraya geldim. Bir sitede evim oldu, orada otururken çevreyi bildiğim için böyle bir yeri alma şansım oldu. Daha önce de anlattığım gibi, burayı aldığım zaman ne yapacağımı da bilmiyordum. Alır almaz, birkaç gün içinde buraları tasarlamaya başladım. Her şey birbirini tetikledi; herhangi bir kurgu olmaksızın spontane bir şekilde gelişti. Urla'da şarapçılığa başlayan bir arkadaşımla şarap içerken, o ‘Neden bağ yapmıyorsun?' dedi. Bağ olsun dedik ve dört yıl boyunca bağ fidanlarıyla uğraştık. Bağı kurduktan sonra ürün almanız için dört yıl beklemeniz gerekiyor; ilk rekolteyi aldığımız zaman ‘bu da nereden çıktı' diye şaşırdım. O zaman da ‘şimdi ne yapacağız' diye düşünmeye başladık. Sonrasında köydeki arkadaşları da teşvik ettik; yetiştirdikleri ürünleri bırakıp onlar da bağ yaptılar. Dört yıl onlar için kayıp bir zamandı, zorlandılar. Şimdi de üzüm para etmiyor, bu nedenle beni suçluyorlar Bir an önce ruhsat alıp şarap üretmek zorundayım. Sorumluluk aldım yani. (gülüşmeler)
MesutT: Bu sorumluluğa muhtarlık da eklenir mi acaba?
SerhatA: Zaten bir ara ihtiyarlar meclisindeydim. (kahkahalar). Ama hiç şikayetçi değilim; kendime, iyi ki bunları yapmışım diyorum. Yaşamın başka tatları varmış. Parasız nasıl yaşanabileceğini köylü arkadaşlarımızdan görüyorum. Adamlar bamya yetiştirip, bununla bir yıl boyunca geçimlerini sağlıyorlar. Üstelik bir de çocuklarını okutuyorlar. Kesinlikle bizden daha sağlıklılar. Ekmeklerini, yoğurtlarını, peynirlerini vs kendileri yapıyorlar; dışarıdan aldıklarını beğenmiyorlar. Göçmen oldukları için muazzam bir ot kültürleri var. Onlardan hem öğreniyorsunuz, hem de saygı duyuyorsunuz. Yavaş yavaş bu şekilde yaşamayı bir prensip haline de getiriyorum. Ama bu cimrilik anlamında değil, yoksa paramı çok kolay harcarım. Bütün ünvanlarım, melekelerim elimden alınsa bile yaşayabilecek duruma geldim. Bu, çok gizli bir güvence, başka bir duygu. Böyle olunca ayaklarının altından yer hiçbir zaman kaymıyor.
Bu durum, dünyanın genel gidişatı ile de örtüştü. 20 – 30 yıl önce bunu yapsaydım, inzivaya çekilmiş diyeceklerdi. Şimdi ise hayatın içinde diyorlar. Başlangıçta 10 yıl önce burayı kurarken mimar olmayan arkadaşlarım, "Sitede evin var, orada ne yapacaksın? Sen çok romantiksin" gibi yorumlarda bulundular. Bunları söyleyenlerin hepsi şimdi benden burada yer istiyorlar. İçimde de biraz köylülük varmış herhalde. Gerçi bir arkadaşım "Sen köylü değilsin, şehirli olamıyorsun" der.
MesutT: Bu yaşama biçimi / bilinci mimarlığınıza nasıl yansıyor?
SerhatA: Mimarlık konusunda bana sorumluluk verdi. Ev ve ofis de akademik çevrede biraz ses getirince, sorumluluk alıyorsunuz. Öğrenciler geliyorlar ve ne yaptığımı soruyorlar. Ben de, ne yaptığımı tekrar düşünüyorum. Çünkü bir müşterimin projesini anlatmak çok kolay; ama bunu anlatmak çok zor. Çünkü burada özel bir durum var; ben ve geçmişim devreye giriyor.
MesutT: Bunun daha rafine, damıtılmış bir iş olduğunu söyleyebilir miyiz?
SerhatA: İnsanın kendine bir iş yapması kadar zor bir şey yok. Tasarıma o kadar heyecanlı oturdum ki, bir sürü saçmalık yaptım. Taş duvarlar, çelikler, asma gergi şeyler... Bir şeyi prensiplerle halledebilirsiniz ve ortaya çok da güzel bir şey çıkabilir. Ama içindeki ruhu bir türlü anlatamazsınız. Aşkla yola çıkmak, bütün tasarım sürecindeki başlangıç kriterlerinin en önemlisidir. Araziyi çok iyi kavradım. Bu kavrayış, beni hiç düşünmediğim bir şekilde başka bir noktaya getirdi. Bir sürü saçmalıktan sonra durdum ve kendime ne yaptığımı sordum, sakin olmam gerektiğini söyledim. Buraya birkaç kez daha geldim; ölçtüm biçtim, rüzgarına baktım. En basitinden ne olabileceğinin üzerinde durdum. Arazi bütün değildi, işlenemeyen bir bölgedeydi. Tam ortada, ayaklar üzerinde bir şey yapmam gerektiğini düşündüm ve hatta şimdi bir metre daha yüksek yapmadığım için pişmanım. Ahşap malzemesini de biliyordum. Orada çıkış noktası, bunun Urla'daki marangozla nasıl çözüleceğiydi. Marangoz buradan çıktığında sadece camlar ve sedir kalmıştı.
MesutT: Büyüklüğü nedir bu arazinin?
SerhatA: Burası 6 dönüm ve hemen hemen hepsi bağ. Yukarda da ortak olduğum 7 dönümlük başka bir yer var. Ama benim telkinimle birlikte bağ olan, sorumluluğunu aldığım arazi neredeyse 100 dönüm. Köylü bir partnerim var, Adnan. Birlikte çok güzel çalışıyoruz. Ama bazen de benim titizliğimden ötürü tartışıyoruz. Çünkü bağ direklerini elimde teraziyle dikmeye çalışıyorum, o buna çıldırıyor.