Kuzguncuk'taki 'mahalle baskısı', eski İstanbul'dan bir parça kaldığının kanıtı

03 Şubat 2011

İstanbul'da çalışma ve yaşama mekanı olarak Kuzguncuk'u seçmiş olmanız üzerine konuşabilir miyiz biraz da?


Cengiz Bektaş:
Kent tasarımında en önemli konu, insanların birbirlerini yabancılamadan merhabalaşmaları ve o topluluk içinde yer alanların ayrı düşüncede olmalarına karşın  bir arada yaşamayı becermeleridir. İstanbul böyle bir yerdi. Bugün artık kozmopolit olduğu pek söylenemez ama benim çocukluğumda pek çok Rum ve Ermeni komşumuz vardı. Bundan da çok hoşlanırdık.


Ankara'da 14 yıl yaşadım. Özlediğim İstanbul'du; çünkü okullarım burada, kitaplıklarım burada, ayrımına vardım ki her türlü ortamım burada… Ama İstanbul'da nerede yaşayacağım? Örneğin Nişantaşı'nda yaşayamam. Bu, benim başka türlü bir yaşamı beceremem ile ilgili de değil. Beşiktaş'ta oturabilir miydim? Hayır! Bakın bütün gün penceremden yeşili görüyorum. Hep bülbül sesi ile uyandım. En sorunlu dönemlerde bile hava kirliliği burada hiçbir zaman kırmızı noktaya ulaşmadı. Öte yandan gürültü gibi bir sorunumuz da yok… Beyoğlu'nda neredeyse havaalanınınkine yakın bir gürültünün içinde yaşıyorsunuz. Beyin hücreleriniz gidiyor, ayrımında değilsiniz.


Kuzguncuk'u seçmemin asıl nedeni, burada İstanbul'dan bir parça kalabilmiş olmasıdır. Başka getirileri de var elbette. Bunların en önemlisi insan ilişkileri. Kuzguncuk'un bitiminden de ötede, "Cengiz'e gideceğim" deseniz sizi hemen buraya getiriler. Bana da, "Eczacı Ali'yi nerede bulabilirim?" denilse, hemen o kişiyi oraya götürürüm. Bu yalnızca benim kişiliğimle ilgili de değil; bizim yaşama biçimimiz böyle. Bu çok önemli… Bir süre kızımla birlikte de yaşadım burada. Bir toplantı için ortadan kaybolsam hemen kapı çalınır, "Baban 3 gündür yok, bir sorun olursa bil ki biz buradayız" denir. İşte bu benim İstanbul'um.


Kuzguncuk öngörünüm bölgesinde olduğu için yapı varlığı da değişmiyor. Burada da kaçak işler yapılıyor, önleyemiyoruz… Çünkü bu tüm Türkiye'nin sorunu… Ama neyse ki burada bir baskı var; olumlu anlamıyla kullanacağım bir 'mahalle baskısı'.


Örneğin burada ilk oturduğum ev 26 metrekare idi. En büyük parsellerden biri, şu anda oturduğum evinkidir; cephesi 5 metre, derinliği 14 metre, net alanı yaklaşık 70 metrekare. Bu alana bir apartman katı sığabilir ama 26 metrekareye hiçbir şey sığdıramazsınız. Onun için de bugüne dek burası pek kimsenin ‘iştah'ını çekmedi. Bu da, bu güne fiziksel çevremde çok önemli bir değişiklik olmadığı anlamına geliyor. Ama son dönemde burada da bir ‘hareket'liliğin başladığını söyleyebilirim. Bunun önemli nedeni ulaşım… Eskiden bu sokağın üzerinde hiç araba yoktu. Ben de kendi arabamı yola bırakmazdım, ayıp gelirdi. Şimdi ise önemli bir değişikliğin başındayız. Avrupa yakasındaki iş yeri kiraları çok yüksek olduğu için buraya gelenler, evleri işyerine dönüştürmeye başladılar. İşte bu çok büyük bir sakınca.


Kuzguncuklu daha bunun ayrımında değil. Bu dönüşüme karşı Kuzguncukluları nasıl örgütleyebileceğim üzerine düşünmekteyim. Çünkü her yer iş yeri durumuna geldiğinde Kuzguncuklu buna dayanamaz. Antalya'da çarşının içinde bir kundura onarımcısı vardı. "Günün birinde burası ya halıcı olacak, ya kuyumcu" derdim. Çünkü mal sahibi onun verdiği 20 lira kira ile yetinememeye başlayacak. Bir gün bir kuyumcu gelip de aynı yere bin lira önerdiğinde mal sahibi doğal olarak onu yeğleyecek. Sonuçta ortam değişecek. Kuzguncuk' da daha o aşamaya gelmedik ama değişikler başladı. Çünkü en büyük parseli 70 metrekare olan bir yerde, 26 metrekarelik parseli konutluk alanı olarak korumanız zor.


Kuzguncuk'ta yaşamaya karar verdiğim dönemde, burası benim için benzersizdi. Seçimimdeki en önemli etkenlerden biri de, vapurumuzun olmasıydı. Saatleri tutturduğumuzda, her yere vapur ile ulaşabiliyorduk. O zaman Kuzguncuk İstanbul'un ortasındaydı, her yere çok yakındı. Ama bunu ancak burada yaşayanlar biliyordu. Şimdi tüm deniz ulaşımını tek iskeleye indirdiler. Üsküdar'dan ulaştığınız yerler belli. Karayolu neredeyse yetmez oldu. Hala iskeleye ihtiyacımız olduğunu anlatmaya çalışıyoruz ama yeniden açtıramıyoruz.


Öte yandan bostanımıza yeniden el konmaya çalışılıyor. Üçüncü kez bunun savaşımını vermeye çalışıyoruz. Ama bugüne dek hep "buraya gelmekle akıllı bir iş yapmışım" dediğimi de biliyorum. Bu önemli bir seçimdi.

  

Eskiden mimarlar işliklerini hep işverenin kolay ulaşabileceği yerlerde açarlardı. Ben bunu hiç yapmadım. Ankara'da da hep uzaktaydım, çünkü gerektiğinde telefon var. Piyasada iş peşinde koşan biri değilim, isteyen gelip beni buluyor. Ankara'da ne zaman "büromu şurada açacağım" dedimse, çok kısa bir süre sonra çevremde başka bürolar da açıldı. Aynı şey Kuzguncuk'ta da oldu. Buraya ilk geldiğimde, "Kuzguncuk'ta mimarlık bürosu mu olur?" denildi. E peki nerede olur mimarlık bürosu?


Konuşmamızın başında sözünü ettiğim matematiksel düşünme de buydu… Sayın Doğan Tekeli'yi izledim. Nerede yaşıyor, nerede çalışıyor, günde kaç saatini ulaşıma veriyor? Tekeli'yi karşılaştırma olarak seçmemin nedeni, zaman konusunda duyarlı, özenli, disiplinli bir mimar olmasıydı. Gördüm ki Ankara'da en değerli varlığımı, sürezimi boşa vermeden yaşayabileceğim. Yalnızca bu bile yeterliydi benim için...

 

Sonraları öteki mimarlar da bunun ayrımına vardı. Bundan on sene önce soruşturduğumda Kuzguncuk'ta yaklaşık 25 mimarlık, mühendislik işliği vardı. Yardımcılarımdan da burada işlik açanlar oldu ama bunun yanı sıra inşaat mühendisleri de gelmeye başladılar. Öte yandan bugün bilgisunar (internet) var, bilgisayar var, faks gibi bir dolu olanak var. Artık işveren ile yılda bir kez bir araya gelseniz de her türlü gereksiniminizi teknoloji yardımıyla gerçekleştirebiliyorsunuz.


Cengiz Bektaş ve Ercan Ağırbaş ile...
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :