"Kentsel dönüşüm derken, çok zıt sorunlarla mücadele ediyoruz"

03 Şubat 2011

Ercan Bey, siz de iş adresi olarak küçük bir yerleşim alanı olan Neuss'u seçtiniz. Bunun asıl nedeni neydi?

Seçimimizin ardındaki neden biraz duygusal diyebilirim. Neuss, Düsseldorf'a çok yakın ve ikisi Ren nehri tarafından bölünüyor. Aynen Boğaz'ın Anadolu ve Avrupa yakası gibi… Neuss'u seçmemizin bir nedeni de Düsseldorf'ta yeterince mimarlık bürosu olması şeklinde açıklanabilir. Zaten artık mesafeler de eski önemini yitirdi. Strasbourg'da bir yarışma projesi kazandık, ofisimizden 500 km uzakta. Aslında mimar için önemli olan büronun merkeziliğinden çok, içinde bulunduğu ortam. Ofisten çıktığım zaman yakınımda bir bakkal, bir fırın var mı, öğlen paydos yaptığımda yemek yiyebilecek bir yeri var mı? Arabasız ulaşabiliyor muyum? Bunlar çok önemli.

Kendi yaşadığım yer olan Ruhr bölgesini de seçebilirdik ama biraz daha rasyonel düşünerek, iş piyasası için Düsseldorf yakınına yerleşmemizin daha mantıklı olduğuna karar verdik. Çünkü Ruhr çevresindeki şehirler şirket olsalardı, bugün çoktan iflas etmişlerdi. Zaten belediyeler de ekonomik anlamda çok büyük sıkıntılar yaşıyor. 2002 senesinde kazandığımız bir yarışmanın avan projesine bile henüz başlayamadık, çünkü belediye, Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti'nin masraflarının % 90'ını üstlense de, geriye kalan %10'u ödeyip otobüs terminalini hayata geçiremiyor.

Biraz önce kentsel dönüşümden bahsettik. Almanya'da da kentsel dönüşüm konusu gündemde ama buradakinin tam tersi bir durum söz konusu: Nüfus azalıyor, kentler küçülüyor ve insanları kent merkezine nasıl döndüreceğimizi çözmeye çalışıyoruz. İnsanlar, 1960'lı 70'li yıllarda yerleştikleri uydu kentlerden tekrar kent merkezine gelirlerse, en azından geriye kalan kalitesiz binalar yıkılıp yerlerine yenileri yapabilecek. "Kentleri nasıl daha konsantre bir halde ayakta tutabiliriz"in mücadelesini veriyoruz. Yani Kuzguncuk Almanya'da olmuş olsaydı, dükkanlar yerine, insanların burayı tekrar nasıl konut olarak kullanabilecekleri sorununu yaşıyor olacaktık. İlginçtir ki, ikisi de 'kentsel dönüşüm' olarak adlandırılıyor ama tam da zıt sorunlarla mücadele ediyoruz.

CB: Söylediklerinden yola çıkarak bir saptamada bulunacak olursam, Almanya'da kent tasarımı, kentsel tasarım açısından mimarın, plancının, kentsel tasarımcının yapacaklarının çok başka şeyler olduğunu söyleyebilirim. Almanya'da üzerinde düşünülmemiş kent parçası yok gibi.

Bizde ise yarışmalar neredeyse tek yapı ölçeğine denk geliyor ve biraz büyükçe bir projeye girildiği zaman o artık başka bir ölçek oluyor. Oysa kentin içinde, dışında  boşluklar var. Bunlar kamusal alan olarak bize gerekli ama bazı ‘aklıevvel'ler buraları da ele geçirip para kazanıyorlar. 

Az önce yaptığın karşılaştırma çok ilginçti. Almanya'daki kentsel tasarım örnekleri ile buradakiler arasında bir değerlendirme yapabilir misin? İstanbul'u bir kez helikopter ile dolaştım, neredeyse küçük dilimi yutuyordum. İşin kötüsü, "istediğin çözümü getirmekte bağımsızsın" deseler, kente gerçekten yeni bir düzen getirsem, bunun yaşamayacağını biliyorum. Çünkü insanlarımız benim önereceğim alışkanlıklarda değiller.

Önerim de şu: Belli bölgelerin merkezindeki birtakım alanları kamulaştırarak insanların, kendi yaşam alanları üzerine birlikte karar verebilmelerini sağlayacak kültürel ve sosyal özekler (merkezler) yaratmak. Arabayı da elden geldiğince yaşamın içinden çıkarmak. Bunun başarılı bir örneğini Kabataş ile Taksim arasına yapılan vargel (füniküler) ile yaşadık. Bu düzeneklerden Haliç'e iki tane daha yapılsa, kent içi ulaşım hemen değişir.

EA: Az önce çok önemli bir soru sordunuz. Almanya'nın yanı sıra çeşitli proje çalışmalarımızı yürüttüğümüz Fransa ve İsviçre'de de bölge planlaması ile ilgilenen bir kurum vardır. Kentin nazım imar planını hazırlar ve herkes buna uyar. Ama tabi Alman kentlerinde İstanbul'daki gibi bir büyüme baskısının olmadığını da söylemek gerekir. Köln kenti bugün 1 milyonsa, on yıl sonra 1,2 milyon olacak gibi bir korku yok.

Geçtiğimiz yıl Stuttgart'ta çok güzel bir örnek yaşandı. Paul Bonatz'ın yaptığı tren istasyonunun yenilenmesi için açılan yarışmayı Ingenhoven mimarlık ofisi kazanmıştı. Mevcut istasyonu ekspres istasyon haline getirmek istediler ve bunun için de yeni istasyonu tamamen yerin altına alıp dolaşımı kentin altından sağlamayı planladılar. Yeni projeyle birlikte eski istasyonu yıkıp onu çevreleyen peyzajı yok etmeyi düşünüyorlardı, ama halkın tepkisi ile karşılaştılar. Halk demokratik kurallar içinde sokağa döküldü. Bu, Almanya için de bir ilk oldu. Paneller ve eylemler düzenlendi. İş öyle bir noktaya vardı ki, Alman Demiryolları bunun yasal hakları olduğunu savunup projeyi gerçekleştirmek istedi. Halk ise bunun yasal bir hak olabileceğini ama Stuttgartlılar olarak böyle bir uygulamaya razı olmadıklarını savundu. Sonuçta tüm taraflar bir masa çerçevesinde toplandı ve ortak çözüm arayışına girildi. Proje halen tartışılıyor. Bu örnekten yola çıkarak, insanların yaşadıkları kente karşı duyarlı olmalarının önemini vurgulamak istiyorum. Uygulama yasal olsa bile, bunu istemediğinizi söyleyebilmeniz lazım.

İstanbul'da yapılması planlanan 3. Köprü için 15 milyon İstanbullunun ne kadar tepki verdiği ise ortada…

CB: İşte bunun için de kentsel eklemlenmeyi sağlamak gerekiyor. Kentin eski bölümü ile yeni yapılan yerleşimlerin birbirine eklemlenmeleri gerek.İkisinin üst üste bindiği arakesitte insanların buluşmasını sağlamalısınız ki eski kentte yaşayanlar yeni kentlilere eskiden nasıl yaşandığını aktarabilsin, ötekiler de kendi bakış açılarıyla kente dinamizm getirebilsin. Kent için istenenler, buradan doğacak birlik ile ortaya çıkacaktır. Bunu yapamadığımızda karşımıza çıkan şey ise, yalnızca bir yapı yığını oluyor.

Zaten asıl ses çıkan kesim de eski mahalleler oluyor. Gerek Kuzguncuk'un bostanı için verdiği savaş olsun gerekse Arnavutköy'ün köprü karşıtı duruşu olsun…

Bostanımızı korumak için düzenlenen son etkinlikte bütün Kuzguncuk tek yürek olarak bir aradaydı.  Oysa karşımızdakiler İstanbul'un en varlıklı kesimi. Üstelik de otistik çocuklarla ilgili olduğunu savundukları bir proje ile karşımıza çıkıyorlar. Bu gibi duyarlı konularda insanları kolaylıkla aldatabilirsiniz. Çevrenizi, projenin doğrudan bunu içermediği konusunda aydınlatmanız gerekiyor. Daha önce de aynı yere ‘böbrek nakli' ile ilgili bir birim yapmak istemişlerdi. Buna karşı çıktığımızda, sanki yararlı şeyleri engelleyen, ‘vatan haini'ne yakın bir konumdaymışız gibi davranıldı. Aslında yapmak istedikleri tam olarak bu değildi, yalnızca insanları aldatıyorlardı. Aslında tıp aygıtları üretim yeri yapılması düşünülüyordu. 

O alan hepimizin oksijeni… Yarın bir deprem olsa kaçacağımız tek yer orası. Biz bunu dalımız gereği biliyoruz ama Kuzguncuklu da bu tepkimize hemen gerekli yanıtı veriyor. Bu yalnızca bir dizi 'sivriakıllının' ortaya attığı bir karşı çıkış değil.


Cengiz Bektaş ve Ercan Ağırbaş ile...
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :