Bu köşede, ayda bir, sizinle bir yazımı paylaşmaya çalışacağım. Periyod belirleme galiba köşe yazılarının kağıda geçmemiş bir kuralı. Bu kuralın yeni medyada ne denli anlamlı olduğunu bilmiyorum, ama en azından okurların zihninde olası beklenti süresini belirlemek için bir işlevi olsa gerek.
İlk gazete yazım bir fotoğraf sergisinin -İsa Çelik sergisinin- eleştirisiydi, 21 Nisan 1973'te Yeni Ortam gazetesinin sanat sayfasında yayımlanmıştı. O eleştirinin konusu, Çelik'in, fotoğraflarında figürü bağlamından soyutlamasaydı. Evet, daha ilk yazıda "bağlam" meselesine el atmıştım. Bu arada şunu da belirteyim: Yeni Ortam gazetesinin, yazının yer aldığı sanat sayfası o dönem için bir yenilikti, çünkü o yıllarda, bir gazete için her gün bir tam sayfayı sanat haberlerine ayırmak kolay değildi; gazetede yer olmadığından değil, ülkede her gün bir sayfayı dolduracak sanat haberi olmadığından... Sayfayı yöneten Zühtü Bayar, sanat çevrelerinde dolaşır, kendi derlediği haberlerle, yazılarla sayfayı sürdürmeye çalışırdı.
Bu ilk yazıyı, aynı yıl, Yeni Dergi'de yayımlanan bir yazı izledi. Önce Yeni Dergi'den söz etmeliyim: Memet Fuat"ın yönettiği dergi 1964'te yayımlanmaya başlamış, kısa sürede düşün ve yazın yaşamının en önde gelen, son derece saygın bir yayın organı olmuştu. "Bilinç Akımı", "Franz Kafka", "Yeni Roman" gibi özel sayılarıyla, her ay başı merakla beklenen bir dergiydi. Genç bir şair ya da öykücünün yapıtlarının Yeni Dergi'de yayımlanması önemli bir ölçüttü, Memet Fuat'ın "onay"ı anlamına geliyordu. Benim yazım, Kasım 1973 tarihli 111. sayıda yer aldı, başlığı "Sinema - Mimarlık İlişkisinde Mekân ve Boyut" idi; Bruno Zevi'nin düşüncesinden yola çıkarak sinemanın mekânsal olanaklarını irdeliyordum. Akademi'de öğrenciydim, Bruno Zevi'yi yeni yitirdiğimiz hocam Bülent Özer tanıtmıştı. Yıllar sonra, genel yayın yönetmenliğini yürüttüğüm Daimon'un ilk yayınlarından biri Zevi'nin "Mimarlığı Görebilmek" adlı kitabı oldu. Bülent Özer'in 1961'de kitap üzerine yazdığı değerlendirme yazısı, kendi izniyle, kitabın önsözü olmuştu.
Bağımsız yazıların dışında, ilk düzenli köşe yazılarını ise 1979'da Dünya gazetesinin sanat sayfasında yazmaya başladım. Sayfayı Selim İleri yönetiyordu. Belleğim beni aldatmıyorsa, sayfada, Cemal Süreya, Ferit Edgü gibi önde gelen yazın insanlarının denemeleri, eleştirileri yayımlanıyordu. Yazılarımın yer aldığı köşeye "Defter" adını koymuştum. Yazdıklarımın "gazete köşe yazısı" olduğunu ileri sürmek zor. Kısa ve yoğun tutulmuş, genişletilmeyi bekleyen kuramsal notlardı. "Mekânsallık" ekseninde giden, edebiyattan resme, tiyatrodan müziğe uzanan, sıkı dokunmuş metinler. Bu yazılar hep peşinde olacağım kimi izlekleri de belirliyordu. Son çalışmalarımdan biri olan "Yazınsal Ürünlerde Eşzamanlılık: Un coup de dés ve Sonrası" bu erken metinlerin izini sürer. Dünya'daki yazılara ilişkin, Attilâ İlhan'ın Selim İleri'ye söylediklerini anımsıyorum: "O çocuk ilginç şeyler yazıyor, ama neden Uygurca?" 1970'lerde arı Türkçe'nin katı bir savunucusuydum, dönemin pek çok yazarı gibi. O kısa yazılar, 1994'te yayımlanan "Zorunlu Çoğulluk"un önemli bir kesimini oluşturdu, kimi sözcükler "anlaşılır" karşılıklarıyla değiştirilerek.
1980 sonrasında, yazdıklarımın büyük bir bölümü mimarlık ve sanat dergilerinde, daha kuramsal olanlar ise akademik yayınlarda yer aldı; 1992'de, arada bir eleştiri yazıları yayımladığım Cumhuriyet'in sanat sayfasında düzenli yazma girişimi surların onarımına ilişkin tek yazıdan ibaret kaldı. Hasan Cemal genel yayın yönetmenliğinden ayrılmıştı, gazete büyük bir sarsıntı geçiriyordu. Bunu 2004-2005 yıllarında, önce Arkitera.com'da yayımlanan birkaç yazı, sonra Yeni Mimar gazetesinde yayımlanan düzenli yazılar izledi. Yeni Mimar'dakiler yine "Defter" üst başlığını taşıyordu. Bu yazılar ise 2009'da yayımlanan "Karşı Notlar"da yerini aldı.
2013'te XXI dergisine düzenli yazmak gündeme geldiğinde, bu kez de "Defter" adında direndim ve güncel konulara değinen birkaç yazı yazdım. Şimdi yeni bir köşe yazısı dizisine başlıyorum, ama bu kez güncelle doğrudan ilgilenen yazılar olmayacak bunlar. Ne "martı"ya öykünmeye çalışan Kabataş transfer merkezinden söz edeceğim, ne de Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu için yapılan "şaşırtıcı" seçimden.... Güncel ve görünür olmayan konuların peşinden gitmeye çalışacağım; tıpkı otuz yedi yıl önce Dünya'daki ilk "köşe"de yaptığım gibi. Bu yüzden köşenin adını "Gölgede Kalan" koydum; bitirirken bir de Enis Batur'a bir selam, çünkü adın ilhamı ondan geliyor, yirmi iki yıl önce Zorunlu Çoğulluk'a yazdığı önsözden...