Mottoları "Dört el, iki ressam, tek eser" oan ikiz sanatçılar Helin Bingöl ve Heval Bingöl İş Dışı konuğumuz oldu.
ODTÜ’de, Mimarlık ve Kentsel Tasarım alanlarında eğitim alan fakat profesyonel hayatlarına görsel sanatlar alanında resim dalına odaklanarak devam eden ikiz sanatçılar Helin Bingöl ve Heval Bingöl'ün özgünlükleri; ortak yaratım süreçleri. Helin ve Heval, bir eseri iki kişi olarak, aynı anda ve birlikte var ediyorlar.
Helin ve Heval ile eğitimlerine, profesyonel hayatlarıne, aralarındaki ritme, yaklaşımlarıne, üretimlerine ve gelecek planlarına dair sanat dolu bir söyleşi yaptık...
İkiz olduğunuzu biliyoruz. Kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
Helin Biz ikiz sanatçılar Helin ve Heval, namıdiğer “hh.artwins”. 1997 kışında Ankara’da doğduk. Çocukluğumuzdan bu yana birlikte çiziyor, sanatı paylaşarak büyüyoruz. ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nde lisans eğitimimizi 2015-2020 yılları arasında tamamladık; ben Mimarlık, Heval ise Şehir ve Bölge Planlama bölümlerinden, her ikimiz de bölüm ikinciliği dereceleri ile mezun olduk. 2023 yılında yüksek lisans derecelerimizi de yine ODTÜ’de, mimarlık ve kentsel tasarım alanlarında aldık. Fakat profesyonel hayatımıza görsel sanatlar alanında resim dalına odaklanarak devam ediyoruz.
İkiz sanatçılar olarak üretimlerimizi aynı anda, dört elimizle ve tamamen doğaçlama bir senkronizasyonla gerçekleştiriyoruz. Bizi özgün kılan da tam olarak bu ortak yaratım süreci; bir eseri iki kişi olarak, aynı anda ve birlikte var ediyoruz. Hatta bunu anlatan bir mottomuz bile var: Dört el, iki ressam, tek eser.
Bugüne kadar Ankara, İstanbul ve Bodrum’da düzenlenen toplam on farklı karma sergide yer aldık, 2024 Şubat’ında ilk kişisel sergimiz Benzer Suretler’i açtık. 2016 yılında, ODTÜ’nün 60. yılı kapsamında düzenlenen “ODTÜ’lü Olmak” resim yarışmasında birincilik ödülüne layık görüldük.
Birlikte sanat üretmenin doğal bir uzantısı olarak atölyeler de düzenliyor, üretimlerimizi “hh.artwins” adıyla sosyal medyada paylaşıyor ve arşivliyoruz. Hâlâ birlikte resim yapıyor, iki elden tek bir imge yaratmaya devam ediyoruz.
Bütün bu bilgilerin yanı sıra biz; çok heyecanlı, kıpır kıpır, hayatı seven, yeşili ve hayvanları çok seven, bir papağan ve bir muhabbet kuşu olmak üzere insan dışında iki sıkı dosta sahip, evinde domates yetiştirmeye çalışan ve yüzlerce bitki barındıran, çok renkli giyinen, epey konuşkan ve oldukça sezgisel insanlarız.
Eğitim hayatınız birlikte geçti sadece üniversitede farklı bölümlerde okudunuz. Neden farklı bölümleri tercih ettiniz?
Heval Üniversiteye kadar hayatımızın her noktasında iki kişi olarak hareket ettik ve hatta lise sona kadar birbirimizle aynı kıyafetleri giydik hep. Aslında bu şekilde çok mutluyduk ama bir noktada bireysel olarak da hayatla başa çıkmayı öğrenmemiz gerektiğine karar verdik. Üniversite, bunu deneyimleyebilmek için iyi ve nispeten güvenli bir yerdi. Gerçi tercih döneminde aynı bölümleri yazıp yazıp defalarca sildik, çok da kolay bir karar olmadı sanırız ki. Günün sonunda, aynı fakültenin birbirine komşu olan stüdyolarında eğitim görecek kadar farklı bölüm tercihlerinde bulunabildik ancak (yani çok da ayrıldık sayılmaz).

Benzer Suretler Sergisi'nden
ODTÜ’de Mimarlık ve Şehir ve Bölge Planlama bölümlerini dereceyle bitirdiniz. Yüksek lisans yaptınız. Eğitimini aldığınız mesleki alanlarda deneyimleriniz oldu mu?
Heval İkimizin de ayrı ayrı mesleki deneyimleri oldu. Ben, yüksek lisans eğitimi esnasında ODTÜ bünyesindeki “kent ve çocuk” odaklı bir Avrupa Birliği projesinde proje asistanı olarak iki sene çalıştım. Bu işi kapsamında yurt dışında çeşitli sempozyumlara ve sunumlara katıldım. Birçok saha araştırması ve çalışması yürüttüm. Aynı zamanda proje bulguları ile çeşitli akademik dergilerde yayınlanan makalelere de katkı sağladım.
Helin Ben de yüksek lisans eğitimim sırasında ODTÜ bünyesindeki akademisyenlerle birlikte dört farklı kısa dönem tasarım projesinde yer aldım. Bu projelerin odak alanları çeşitli olmakla birlikte kısaca şu şekilde özetleyebilirm: Müze tasarım yarışması, restorasyon temelli fikir tasarımı, peyzaj tabanlı şehircilik rehberi tasarımı, Ankara yol morfolojisi araştırmasıdır.
Resme ilgiliniz nasıl ortaya çıktı? Resim alanında bir eğitim aldınız mı?
HH Biz ikiz sanatçılar olarak kendimizi bildik bileli resim yapıyoruz. İlk çizimlerimizi belki 2-3 yaşında yaptık; o kadar eskiye dayanıyor ki tam olarak ne zaman başladığımızı hatırlamak bile zor. Çocukluk boyunca pek çok sanatsal alanı denesek de elimiz sonunda hep kâğıda, kaleme ve boyalara gitti. Yani oldukça sezgisel ve içgüdüsel bir keşifti aslında.
Resim yaparken hissettiğimiz huzur ve sessizlik, başka hiçbir sanat dalında bize geçmedi. Belki içe dönük yapımızdan, belki de resmin gürültüsüz, sahnesiz doğasından dolayı kendimizi en çok buraya ait hissettik.
Hatta 11 yaşımızdayken birlikte yazıp çizdiğimiz bir çizgi hikâye serimiz bile vardı. Birbirimize “bir gün işsiz kalırsak bunu satarız” diye şaka yaptığımızı hatırlıyoruz. Ama aslında bu hep böyleydi: Resim, hayatımız boyunca çabasızca sığındığımız, kendimizi en doğal şekilde ifade edebildiğimiz bir limandı.
Resim alanında eğitim olarak 2015-2016 yılları arasında toplam bir sene boyunca ODTÜ Güzel Sanatlar Topluluğu bünyesinde profesyonel desen eğitimi aldık. Bunun yanı sıra, mimarlık fakültesi yıllarımızda ağırlıklı olarak tasarım, çizim, soyutlama, imgeleme, model ve maket yapımı, grafik tasarım dili geliştirme, poster tasarımı, dijital medya kullanımı ve görselleştirme üzerine yoğunlaştık. Mimarlık Fakültesi'nin bize sunduğu görsel düşünme, anlatım ve estetik temelli eğitimlerin sanatsal pratiklerimize ciddi oranda katkı sağladığını söyleyebiliriz.

11 yaşındayken yazıp çizdiğimiz çizgi hikâyeden bazı sahneler
Resimlerinizi birlikte yapıyorsunuz. Bu sistem nasıl gelişti? Birbirinizle kesişen veya ayrılan noktalarınız nelerdir?
HH Resmi birlikte yapıyoruz ama sadece birlikte değil, aynı anda, aynı yüzeyde ve hiçbir plan yapmadan. Dört el, iki zihin, tek bir imgeye doğru ilerliyor. Bizim için resim yapmak, konuşmadan anlaşmak gibi bir şey; çizgilerimiz, renklerimiz ve kararlarımız birbiriyle çatışmak yerine içgüdüsel bir uyumla birleşiyor.
Aramızda görünmez bir ritim var. Kim nerede duracak, kim hangi boşluğu dolduracak, ne zaman geri çekilip diğerine alan açacak... Bunları konuşmadan biliyoruz. Doğaçlama ama dengeli, sezgisel ama bütünlüklü bir süreç bu. Belki de yıllardır birlikte büyümüş olmanın, birlikte susmanın ve birlikte hayal kurmanın doğal bir devamı bu birlikte üretim hâli. Biz resme yön vermiyoruz; o, bizim aramızdaki bağla biçimleniyor.

Bir canlı resim performansı sırasında birlikte resim yaparken, 2024

Canlı resim performansı sırasında birlikte yaptığımız resmin bitmiş hali, 2024, “Şerefe”, 110x240 cm,
Tuval bezi üzerine akrilik (bugüne kadar resmettiğimiz en büyük çalışma)
İkizlerin birbirini çok daha iyi anladığı söylenir. Eserlerin ortaya çıkış sürecinde bunun ne gibi etkileri oluyor? Tamamen doğaçlama mı yapıyorsunuz?
HH Aslında bir önceki soruda bu konuya da değindik biraz ama evet ikiz olmanın birlikte hareket etme ve birbirini kolayca anlama konusunda olumlu etkilerinin olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. Yani resmi aynı anda, doğaçlama bir şekilde yapıyoruz. Dört elimizle tek bir yüzeyde çalışırken ne çizeceğimizi önceden planlamıyoruz. Her şey anın içinde, içgüdüsel bir uyumla ortaya çıkıyor. Konuşmadan anlaşmak gibi, çizgilerimiz birbirine yol veriyor, renklerimiz birbirini tamamlıyor. Bu doğaçlama ritim sayesinde birlikte kolaylıkla üretebiliyoruz.
Tek başınıza yaptığınız resimler var mı? Varsa, bu konuda birbirinize yorumlarınız nasıl oluyor?
HH Evet var, özellikle dijital çizimlerde ve eskiz çalışmalarında ayrı ayrı pratikler yapıyoruz. Genellikle, ayrı ayrı ürettiğimiz çizimleri karşılıklı olarak beğeniyor ve “bunu mutlaka iki kişi olarak da üretmeyi deneyelim” diyoruz. Birbirimizi motive etmeyi seviyoruz.
Eserlerinize baktığımızda biraz kübizm etkisi görüyoruz. Siz sanatınızı nasıl tanımlıyorsunuz?
HH Eserlerimizin çoğunu bir kalıba ya da bir akıma sığdırmak ve sınırlamak istemesek de eserlerimizden yansıyan belli başlı etkiler olduğunu fark ediyoruz ve ister istemez kendimizi yakın hissettiğimiz yaklaşımlar da var. Örneğin; çoğu eserimizdeki kurgusal dünyada ekspresyonizmin duygusal yoğunluğunu ve sürrealizmin simgesel diliyle bilinçaltına açılan penceresini birleştiriyoruz. Eserlerimizdeki figürlerin bükülen bedenlerinde, abartılmış anatomik yapılarında ve onlara ya da resmin herhangi bir köşesine yerleşen canlılarda hem içsel çatışmaları hem de yaşamın inatçılığını işliyoruz. Öte yandan, çağdaş figüratif resmin güncel meselelerine (barınma vb.) dokunurken, outsider art (dışarıdan sanat) estetiğinin özgür deformasyonlarıyla da görsel dili genişletiyoruz. Aslında eserlerimizde kübizm etkisini aramıyor ve pek de görmüyoruz kendimizce ama en sık duyduğumuz yorumlardan birisi bu ilginç bir şekilde.

Mantar Serisi, 2024, Tuval üzerine akrilik, Her eser 50x50 cm, Toplam yüzey alanı 1x1 m
Eserlerinizde nelerden ilham alıyorsunuz? Etkilendiğiniz akımlar neler; sanatçılar kimler?
HH Aslında eserlerimizin tamamı yani bütün karakterlerimiz ve kurgusal dünyanın kendisi tamamen imgesel olduğu için somut anlamda bir şeyi görüp ilham alma söz konusu değil. Daha çok içsel dünyamızı beslediğimiz, zihnimizin bir köşesinde kalmış ve hiç farkında bile olmadığımız imgeler, anlatılar o esnada çıkageliyor ilham olarak.
Bir önceki soruda da bahsettiğimiz gibi kendimizi yakın hissettiğimiz akımlar; ekspresyonizm, sürrealizm, çağdaş figüratif resim ve outsider art olabilir.
Sanatçılar olarak ise; Francis Bacon, Kiki Smith, Sedat Girgin, Naomi Okuba gibi isimlere gerek figüratif dil olarak gerek de anlatı olarak yakın hissediyoruz. Yine de eserlerimizde kimi yerlerde Hieronymus Bosch’un grotesk kalabalığını; kimi yerde Egon Schiele’nin bedenle hesaplaşmasını görüyoruz daha çoğunlukla. Gördüğümüz benzerlikler; çağdaş bir figüratif direniş, canlı ve taşkın renkler ve sanki içsel bir matematik ve bilinçaltı ilmekleriyle örülmüş gibi olan kompozisyonlar diyebiliriz.

Randevu Serisi, 2024, Tuval üzerine akrilik, En büyük iki eserin her biri 70x70 cm, İkinci en büyük eser 50x50 cm, En küçük iki eserin her biri 20x20 cm, Toplam yüzey alanı 1.2x1.4 m
Tuval ve duralit üzerine akrilik, sulu boya, toz ve yağlı pastel gibi çalışmalarınız var. Hatta dijital çalışmalarınız da var. En çok hangi malzemelerle çalışmayı seviyorsunuz?
HH En çok akrilik ile çalışmayı seviyoruz galiba çünkü hangi yüzeye uygularsanız uygulayın uyum sağlıyor ve kolay karışıyor. Yüksek gramajlı kağıtlar, tuval, duralit, duvar kağıtları, cam ve kumaş gibi çeşitli yüzeylerde akrilik çalıştık ve hepsinde de güzel bir sonuç aldık. Bir de biz sabırsız insanlarız, çok hızlı fikir gelir aklımıza ve bunu hemen aktarmamız gerekir yüzeye ve akrilik boya bu konuda epey işimize yarıyor. Çok hızlı karışıyor, çok kolay kuruyor ve üst üste katmanlar halinde uygulama şansınız var, o yüzden iyi anlaşıyoruz akrilik ile.
Buna ek olarak sulu boya ile çalışmaktan da epey keyif alıyoruz çünkü sulu boya biraz doğaçlama bir süreç. Renklerin karışımı, dağılımı ve kâğıda bıraktığı lekeler biraz daha kendi seyrinde oluşuyor, daha az kontrollü yani. Bu da çıkacak ürünün neye benzeyebileceğini önceden tam bilemememize ve tuhaf bir merak duymamıza neden oluyor.
Ayrıca toz ve yağlı pastellerle, kuru boyalarla, markerlarla ve dijital araçlarla resim yapmaktan da yine oldukça keyif alıyoruz.
ODTÜ’nün 60. yılı için düzenlenen “ODTÜ’lü Olmak” resim yarışmasında birincilik ödülünüz var. Sizi nasıl etkiledi?
HH Evet, 2016 senesinde gerçekleştirilmiş bir yarışmaydı bu ve yine birlikte yaptığımız ve imgesel olan bir çalışma ile katılmıştık. Bu çalışmaya şu an baktığımızda çokça sembolik öge barındırıyor anlatımsal olarak. Bize etkisi, henüz on dokuz yaşındayken ve sanatı henüz sadece bir hobi olarak görüyorken böyle bir birinciliğin gelmesi beklenmedikti ve özgüven kazandırıcı olmuştu. Hatta bu ödülden sonra sanatımızı daha fazla ciddiye almaya başlamıştık. Kim bilir, belki bugün bu işi profesyonel anlamda ilerletmemizdeki mihenk taşlarından birisi de budur.

“Bubbles of ODTÜ” isimli birincilik alan çalışmamız, 2016, 35x50 cm, Kağıt üzerine toz pastel
Birçok karma sergiye eserlerinizle katıldınız ve “Benzer Suretler” adlı kişisel serginizi açtınız. Benzer Suretler’den bahsedebilir misiniz? Anlatmak istediğiniz neydi, bu hedefe ulaştınız mı?
HH Benzer Suretler’ de anlatmak istediklerimiz şöyleydi: Sergi yolculuğuna tersten başladık; çünkü önce resimler geldi, sonra isim. 2022-2024 yıllarında ürettiğimiz eserlerde, biçimi çarpıtılmış büst odaklı çalışmaların öne çıktığını fark ettik. Bu ortaklık, bize büstler arasındaki ilişkilere daha yakından bakma ihtiyacı doğurdu. “Benzer Suretler” ismi de bu arayıştan doğdu. Toplamda otuz sekiz eser ile hazırladığımız bir anlatı oldu.
“Suret”, ilk bakışta görünen şekil demek. Ama bizce suret, sadece bir büst değil; onunla kurulan ilişkiler bütünü. Yansımalar, tekrarlar, zıtlıklar, kesişmeler ve iç içe geçmeler gibi bağlantılarla biçimlenen bu büstler, aslında bizim sezgisel oyunlarımızın ürünü. Anatomiyi bozarak, formları çarpıtarak, renkleri ve suretleri absürt biçimlerde bir araya getirerek oluşturduk onları.
Benzerlik, ilk bakışta göze çarpan bir özellik gibi görünse de aslında her benzerlik içinde farklılık barındırıyor. Tekrar eden formlar bile her defasında özgünleşiyor. Çünkü her temas, her bağlantı kendine has.
Kısacası bu sergi, formla oynama içgüdümüzün izlerini taşıyor. Benzer formlarla, farklı örüntüler kurarak oluşturduğumuz çarpıtılmış ama samimi bir dünyaya davet bu. “Benzer Suretler” biraz da biziz; birbirimize temas eden, yansıyan, ayrışan ve yeniden birleşen hâllerimizle.
Benzer Suretler, bizim ilk kişisel sergimizdi ve ilk defa eserlerimizdeki zihinsel yansımaları izleyiciyle profesyonel bir bağlamda paylaşmak istedik ve izleyicinin de gözünden baktık biraz da. Yani evet, Benzer Suretler bizim bu isteğimizi karşıladı.

Benzer Suretler Sergisi, Şubat 2024, TBB Litai Konukevi
Güncel çalışmalarınızla ilgili bilgi verebilir misiniz? Yakında yeni sergiler olacak mı?
HH Son dönemde “Mesken Serisi” üzerine çalışıyoruz. Bu seri, bireyin hem fiziksel hem de zihinsel alanlarda kendine kurduğu meskenlerle olan ilişkisini sorguluyor. Her bir figür, sınırları belirgin bir kutu içinde; eğilmiş, bükülmüş ve adeta o alanın formuna dönüşmüş halde karşımıza çıkıyor. Ellerindeki kitaplarda “mesken”, “ev”, “hane”, “yuva” gibi sözcükler yer alıyor ve bu kelimeler sadece barınmayı değil, aidiyeti, yükü ve kimliği de taşıyor.
Figürlerin içine kapandığı bu kutular, görünüşte yalıtılmış olsa da aralarındaki ayakkabı teması gibi küçük ama güçlü detaylarla birbirine bağlı. Kutunun dışına taşamayan ama içine yerleşmiş mantar ve kuş gibi yaşam formları ise, en sıkışmış hâllerde bile hayatın filizlenmeye ısrarcı doğasına işaret ediyor.
Bu seriyle birlikte, günümüz bireyinin mekâna, kimliğe ve yalnızlığa dair kurduğu karmaşık ilişkiyi hem görsel hem de kavramsal olarak açmaya çalışıyoruz. Bizim için “Mesken”, bir barınak olmaktan çok bir varoluş sorusu hâline geliyor.
Bunun haricinde birisi Ankara'da birisi Şirince'de olması planlanan iki sergi üzerine çalışıyoruz. Bir aksilik olmadığı takdirde duyurularını ve detaylarını yakın bir zamanda paylaşmayı planlıyoruz.

Mesken Serisi, 2025, Duralit üzerine akrilik, Sol sütundaki eserler 50x70 cm, Sağ sütundaki eserler 35x50 cm,
Toplam yüzey alanı 1x1.05 m
Gelecek hedeflerinizden, planlarınızdan bahsedebilir misiniz?
HH Şu an en büyük hayalimiz, kendi sanat atölyemizi kurmak. Bu mekânı sadece bir üretim alanı olarak değil; aynı zamanda kendi işlerimizi düzenli biçimde sergileyebileceğimiz, özgürce çalışabileceğimiz ve özerk ve interaktif atölyelerin de olduğu bir sanat alanı olarak hayal ediyoruz. Şu anda üretimimizi büyük ölçüde sosyal medya üzerinden görünür kılmaya, zaman zaman katıldığımız sergilerle izleyiciyle buluşmaya çalışıyoruz. Ancak biliyoruz ki, kendi atölyemiz sayesinde hem üretim sürecimizi derinleştirebilir hem de potansiyelimizi çok daha güçlü bir şekilde ortaya koyabiliriz.
Evde kurduğumuz küçük atölye odası artık çalışmalarımıza yetmiyor. Özellikle büyük yüzeylerle çalıştığımızda evin koridorlarına taşmak zorunda kalıyoruz. Bu durum, fiziksel anlamda da bir dönüşüme ihtiyaç duyduğumuzun en somut göstergesi. Kendimize ait, ferah ve esnek bir alanın hayalini kuruyoruz.
Diğer bir hedefimiz ise bir çocuk kitabı resimlemek. Bu konuda hem yazıp çizdiğimiz kendi özgün hikayelerimiz hem de bir başka yazarın metnine çizimler yaptığımız örnek çalışmalarımız var. Henüz yayımlanmamış olsalar da bu projelerin, zamanı geldiğinde mutlaka basılması ve çocuklarla buluşması gerektiğine yürekten inanıyoruz.
Son olarak, kendimize ait yolu yürürken başka insanlara da ilham verebilmeyi çok önemsiyoruz. Daha bilinir sanatçılar olmak istememizin temelinde tam da bu istek yatıyor: Sevdikleri şeyin peşinden gitmek isteyenlere cesaret verebilmek. Çünkü bizce dünyanın yalnızca daha fazla mühendise, daha fazla mimara ya da işkolik insana değil; gerçekten mutlu olan, hikâyeler anlatan ve başkalarına ilham verebilen insanlara da ihtiyacı var.

Evimizdeki atölye odamız. Bütün sanatsal üretimlerimizi burada yapıyoruz ve depoluyoruz.
Profesyonel çalışmalarınızın yanı sıra, topluma karşı bir sorumluluk hissettiğiniz alanlar var mı?
HH Bazı gönüllü toplulukların bir parçası olarak hem çizerlik yapıyor hem de ücretsiz sanatsal etkinlikler düzenliyoruz. Bu çalışmalar sayesinde sanatı daha erişilebilir kılmayı, herkesin hayatına bir parça sanat dokundurmayı amaçlıyoruz.
Bunlardan biri, “Sanata Dönüşüm” adını verdiğimiz yaratıcı bir çöp toplama etkinliğiydi. Kurtuluş Parkı’nda, çevreye dağılmış geri dönüştürülebilir atıkları birlikte topladık ve ardından bu malzemelerle dev bir fil tablosu ürettik. Etkinliğin sonunda, tabloyu oluşturan tüm parçaları tek tek ayırarak geri dönüşüm kutularına yerleştirdik.
Sadece çöp toplamak amacıyla düzenlenen etkinlikler çoğu zaman yeterince ilgi görmeyebiliyor. Ancak bu tarz çevresel meseleleri sanatsal bir üretime dönüştürdüğümüzde, hem daha çok insanı sürece dahil edebiliyoruz hem de vermek istediğimiz mesaj çok daha güçlü ve kalıcı bir şekilde karşılık buluyor.
Biz, bu tür kolektif ve kâr amacı gütmeyen etkinlikleri hem üretim biçimi hem de topluluk ruhu açısından çok değerli buluyoruz. Fırsat buldukça ve katılım oldukça bu tür projeleri gerçekleştirmeye devam ediyoruz.

“Sanata Dönüşüm” atölyemizde topladığımız çöplerden kolektifçe ürettiğimiz kocaman bir fil