Mimarın Kalemi söyleşi serisi; Gül İrepoğlu'nun, 1950'lerin İstanbul'unu Müzisyen Mes'ud Cemil ve öğrencisi Dürdane Altan üzerinden anlattığı son romanı Kavuşmak ile devam ediyor.
Kaleminden çizim değil kelimelerin sayfalara yansıdığı mimarların konuk olduğu Mimarın Kalemi söyleşi serisi; Mimar, Sanat Tarihçisi ve Romancı Prof. Dr. Gül İrepoğlu ile devam ediyor.
Gül İrepoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin açtığı İstanbul'un Mezarları Tasarım Yarışması'na da konu olan, Müzisyen, Besteci ve Tambur Ustası Mes'ud Cemil Bey ve öğrencisi Dürdane Altan'ın gizli kalmış aşk hikâyelerini anlattığı Kavuşmak kitabı ile ilgili sorularımızı yanıtladı.
Kitapta; müzik, dönemin sanat dünyası, her şeyiyle -zerafet, mekân, dil...- eski İstanbul, yazarın sanat zevki ve inceliğiyle iç içe geçiyor. Roman, Dürdane Hanım'ın hatıralarını yazara aktarmasıyla başlıyor:
“Kısacası, hatıralarımı size emanet ediyorum hanımefendi.” Etkileyici bir giriş ile başlıyor romanınız.
Romanda bu sorumluluğun güçlüğünü ve aynı zamanda keyfini aktarmaya çalıştım okura. Bir yazar olarak özel bir şans ve özel bir meydan okuma aslında. Okuru yazarın zihninde gelişen kaygılara ortak etmek de hoşuma gitti.
Dürdane Hanım’ın neden "aşkını size emanet ettiğini", gizli yaşadıkları aşklarını size anlattıklarıyla kaleme aldığınızı kitapta belirtiyorsunuz. Kısaca bahseder misiniz, neden bunların yazılmasını istedi?
Kurguda sözcüklere döktüğüm bu arzusu her şeyden önce aşkın var olduğunu bildirmeye, vurgulamaya dayanıyordu. Ardından da bunu paylaşmanın sağlayacağı ruhsal tatmin... Şunu belirtmeliyim hemen: Aynen bu cümleyi sarfetmiş olduğunu söyleyemem. Bu metnin bir anı ya da biyografi değil, roman olduğunu, yani gerçeklerden yola çıksa da, kurgusal bir yapıt olduğunu hatırlatmakta yarar var diye düşünüyorum. Öte yandan, okur kendini kaptırıp tüm hikâyeyi gerçek olarak içselleştirmekte özgürdür, bu yazar olarak beni mutlu eder.
Romanın ilk şarkısı, Müzeyyen Senar'dan "Benzemez Kimse Sana"
Hemen sormak isterim; gerçek aşk nedir? Kitapta da yazdığınız üzere; tereddüt etmez insan, karşılık beklemez, bunun bir talih olduğuna inanır... Başka ilaveleriniz ne olur?
Gerçek aşkın tarifi yaşayandan yaşayana değişir. Bana göre dünyaya, yaşama bakışı değiştiren, iyi ki yaşıyorum dedirten, her güçlüğe göğüs gerebilirim inancı veren ve eskimeyen bir çılgınlıktır. Bunu yaşayabilen şansının farkındadır, zaten herkes gerçek aşkı yaşayabilme kapasitesine, ya da arzusuna diyelim, sahip değildir çünkü.
Huzurevinde son bulan bir yaşam; sanatçılara neden hak ettikleri değeri vermiyoruz? Kitapta Dürdane Hanım'ın size hitap ettiği şekilde sorarsam; "Yalnızlık bir seçim midir hanımefendi?"
Sanatçıları baş tacı etmemiz gerekir diye düşünmüşümdür hep ve evet, pek azı sonuna kadar hak ettiği ilgiyi görüyor. Dürdane Hanım’ın huzurevinde yokluktan bulunduğunu sanmıyorum.
Elbette, öyledir. Yalnızlık da bir seçimdir, buna saygı gösterilmelidir. Nedenlerinin de kimseye açıklanması beklenmemelidir.
Müzik, İstanbul, aşk; bir roman için daha ne gerekir? Karakterler, zaman, mekân ve mektuplar herhalde. Tüm unsurları ne güzel bir araya getirmişsiniz...
Teşekkür ederim. Müzik, İstanbul, aşk... Hepsi doğallıkla bir araya geliverdi burada, tümüyle baştan tasarlanmış bir kurgu da değildi, kendi kendine aktı. Daha doğrusu birikenler elimden tuttu ve yazdırdı galiba. Romanı okuyanlar Dürdane Hanım ile gerçekten uzun uzun söyleşiler yaptığımı sandı, oysa ben onu yalnızca bir kez ziyaret etmiştim ve o ziyarette de neredeyse heyecandan dilim tutulup sormam gerekenleri bile sormamıştım. Yani... romandaki o diyaloglar, - ilk baştaki hariç- benim hayallerimin ürünü, elbette araştırmalarıma da dayanarak. Ama şunu söyleyebilirim, o ilk sahneyi bire bir yaşadım ve çok sarsıldım. O anki duygularımı aynı sarsıcılıkta aktarabildiysem bu beni mutlu eder.
Kitap her şeyiyle eski İstanbul. Siz İstanbul’unuzu anlatır mısınız?
Kendi İstanbul’umu 2009’da yayımlanan Fiyonklu İstanbul Dürbünü anı-romanımda epey anlatmıştım. O kitabı okuyan pek çok kişi beni bulup, yazdıklarımda kendi yaşadıklarını bulduklarını belirtmişlerdi heyecanla. Çocukluğumun, gençliğimin masum ve güzelliklerini cömertçe paylaşan İstanbul’u vardı orada, ortak bir hafızaya ait. Şimdi yine o İstanbul’un, yitirilmiş güzellikleri arkasından boşuna gözyaşı dökmeden, sürdürülebilen güzelliklerinin tadını çıkarmaya ve gücüm yettiğince korumaya çalışıyorum. Çoklukla Büyükada’dayım ve burada aldığım her nefese şükrediyorum, denizin her an değişen rengine, bulutlardan süzülen ışığa, güneşin bin türlü cilvesine, çamların nazik hışırtısına, çiçeklerin açmasına ve solup tekrar toprağa karışmasına tanık olmanın sevinciyle, müzik eşliğinde yazarak yaşıyorum.
Suzinak Taksim (Mesud Cemil Bey) Beste: Mesut Cemil Bey
Yazarlığınız yanındaki uzmanlık alanlarınız da hikâyeye yansıyor. Mimari bakış açınızla detaylandırdığınız; Güzel Sanatlar Akademisi, Radyoevi, Fransız Tiyatrosu... Radyoevinin hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz?
Radyoevi İstanbul’un yakın zaman tarihinin anıt binalarından biri, içindeki yaşanmışlıklar kim bilir kaç roman çıkarır... Taşlarına sinmiş anıların esinlendirici gücüne inanıyorum. Kavuşmak’taki o Mesut Cemil’li, Safiye Ayla’lı giriş merdivenleri sahnesini yazarken (tahmin edersiniz o sırada hangi müzikleri dinlediğimi), her şey zihnimde öylesine canlılıkla belirdi ki, o zamana gitmişim ve olan biteni bir kenardan izliyorum duygusuna kapıldım!
Ve tabii Dürdane Hanım’da hayat bulan mücevherler... Romanlarınızda genelde iç içe mi olur bu detaylar?
Romanlarımda hem iyi bildiğim, hem de beni mutlu eden ayrıntılara girmeyi severim. Araştırmalarım sonucunda Dürdane Hanım’ın mücevhere düşkün olduğu ve çok şık parçalar taktığını öğrendim, ancak onu tanıyanların bunları tek tek anlatması olası değildi tabii. Sonuçta ona kendi yakıştırdığım mücevherleri yazdım. Romanlarda karakterleri sıra dışı kişisel özellikleriyle tanımlamak, onların gerçekliklerini artıran bir unsur ve ben oldum olası ayrıntıcı bir insanım, severim ayrıntıyla uğraşmayı.
Mes’ud Cemil ve Dürdane Hanım’ın kahramanları olduğu bir roman için seçtiğiniz, kitaba eşlik eden şarkılara -hayat kaynaklarına- gelirsek...
Kavuşmak romanını yazmayı tamamladıktan sonra dönüp baktım ve yalnızca şarkılara dayanarak gelişen bir metin yazmayı hayal ettim. Olmayacak şey değil! “Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın”... “Beni de alın ne olur koynunuza hatıralar”... “Martılar ah eder, çırparlar kanat”...
Mes'ud Cemil’in sanatçı kişiliği ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Mesud Cemil Bey sanatçıya özgü meziyetleri ve kusurlarıyla birlikte tipik bir örnek. Sanatı yaşamını yönlendiriyor. Yeteneğinin yanı sıra bilgisi de geniş kapsamlı ve bunun tadını çıkarıyor. Güzelliğe duyarlı. Dürdane Hanım’a da öyle...
Ve final; "Ben ölümü ona kavuşma olarak görüyorum"... Her zaman mutlu sonlar olmaz. Kavuşmak mıdır önemli olan? Kavuşmanın yeri önemli midir ya da? Şekli var mıdır kavuşmanın? Kavuşmanın rengi nedir hanımefendi?
Kavuşmak içimizde yaşanan bir kavram aslında. İlla da fiziksel olarak sarılmak değil. O da olursa ne güzel, ama bence esas olan olayın derinliği, ruhu kavrayışı. “Yaşadıklarımızın ne kadarı gerçek, ne kadarı hayal?” diye sorgulamaya kadar gider... Kavuşmanın rengi de gözümüzün gördüğü, bilinen bir renk değil de, içimizdeki renk tayfından fırlamış bir renk olmalı.
*
Gül İrepoğlu Hakkında
Prof. Dr. Gül İrepoğlu mimar, sanat tarihçisi ve romancıdır.
İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki mimarlık eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nde akademik kariyere geçti. Doktora, doçentlik ve profesörlüğünü burada aldı, yazmaya vakit ayırmak üzere 2005’te erken emekli oldu.
2005-2007 ve 2012’de TRT’de; 2014’de NTV’de kültür, sanat ve tarih konulu TV programları hazırlayıp sundu.
2006-2012 arasında UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Somut Kültürel Miras Komitesi başkanı olarak çalıştı.
2007-2008’de TAÇ Türkiye Anıt Çevre Turizm Değerlerini Koruma Vakfı başkanı olarak görev yaptı.
İrepoğlu, edebiyat ve sanat tarihi çalışmalarıyla yurt içi-yurt dışı konferanslarını Türkçe, İngilizce ve Almanca dillerinde sürdürdü.
Avrupa ve Osmanlı Sanatı, Osmanlı Padişah Portreleri, Lâle Devri ve 18. Yüzyıl, tarihten günümüze Lâle Kültürü, tarihten günümüze Gül Kültürü, Doğu ile Batının sanatsal ilişkileri ile Turkuazın tarihi, anlamı ve Osmanlı Mücevher Tarihi alanlarında eserler verdi.
Tarihte yaşanmış hikayelerle Istanbul’un çeşitli dönemleri ve Topkapı Sarayı’ndaki yaşam üzerine kurguladığı romanları Gölgemi Bıraktım Lale Bahçelerinde (2003); Cariye (2007); Fiyonklu İstanbul Dürbünü (2009); İstanbul Yıldızı (2014); Aşk-ı Derya, Ayvazovski’nin Gizli İstanbul Güncesi (2016) İngilizce, Arapça, Azerice, Arnavutça, Bulgarca, Hint-Malayalam dili, Hint-Marathi dili, Pakistan-Urduca, İtalyanca, Macarca, Portekizce, Romence, Rusça, Sırpça, Yunanca olmak üzere 15 yabancı dile çevrildi. Öykü seçkilerinde iki öyküsü yayınlandı.
2019’da yayınlanan altıncı romanı Kavuşmak, 1950’lerde başlayıp günümüze kadar uzanan hikayesinde ünlü müzisyen Mesut Cemil Bey’in gizli aşkını dönemin İstanbulu ve Klasik Türk Müziği dünyası fonunda anlatmaktadır.