Aydın Boysan'ın 100. yaşına girdiği bugün, Mimarın Kalemi'nin konuğu, İki Nesil Bir Şehir kitabını Aydın Boysan ile birlikte kaleme alan Burak Boysan.
Kaleminden çizim değil kelimelerin sayfalara yansıdığı mimarların konuk olduğu Mimarın Kalemi söyleşi serisi; Aydın Boysan ve Burak Boysan ile devam ediyor.
“Önce mimar olmak değil, önce insan olmak gerekli… Hatta şart!...”
Değerli Aydın Boysan'ın 100. yaşını kutlarken kendisini, Burak Boysan ile birlikte kaleme aldıkları "İki Nesil Bir Şehir" kitabıyla anıyoruz. Burak Boysan ile kitap çerçevesinde gerçekleştiğimiz söyleşide; Aydın Boysan'ın İstanbul'unu konuştuk.
Aydın Abi (kendisine hitap edilmesini sevdiği şekliyle) kitabında kısaca, mutlu bir hayat yaşamanın sırrını veriyor. Ve eski İstanbul’u bilmeli bu ülkede yaşayan herkes diyor. Kıymetini bilsin diye, korusun diye. Söyleşiye, Aydın Boysan’ın kitaptan cümleleri de eşlik ediyor.
“O zamanları o mekânlarda yaşamış olmaktan hep mutlu oldum. Bu duygu bütün ömrümde, beni hiç terk etmedi.”
Bir imparatorluğun yıkılması, Cumhuriyet'in kuruluşu, Dünya Savaşları... İki yüzyılı birden yaşamak. Neler görmüş, nelere şahit olmuş değerli Aydın Boysan?
Doğduğunda (1921) İstanbul, nüfusu azalan bir şehirdi. 1927 nüfus sayımında şehrin nüfusu 700.000’in altına düşmüştü. Yani babam büyürken, İstanbul küçülüyordu, hatta yer yer neredeyse metruk bir şehir olduğunu bile söyleyebiliriz.
1924 yılında hazırlanan İstanbul İktisat Komisyonu raporuna göre, “Rumelikavağı’ndan Bebek’e, Anadolukavağı’ndan Üsküdar’a kadar olan yerlerde, Yenikapı-Samatya cihetlerinde sathi nazarlara görünecek kadar derece derece ihmal metrukiyet ve harabi” mevcuttu. Babam kendini hep Samatyalı hissettiğine göre, harap ve metruk bir yerde doğmuştu ve fakat bütün hayatı boyunca en mutlu olduğu yer de orasıydı.
O yıllarda Boğaziçi Dergisi'nde, “Yıllar var ki biz hiçbir istila karşısında olmaksızın Boğaziçi’ni tahliyeye başladık. Dünyanın en güzel parçasından kaçıyoruz” denmesi boşuna değildir.
“İnsanların ruhlarındaki geçmiş zaman anıları ve izlenimleri, el konamaz-çalınamaz mücevherlerdir. Ama çalınıyor.”
Kitapta da belirtiyorsunuz, “19 yaşında gençlerin bile buralar eskiden şöyleydi” diyebildiği kadar değişebilen bir şehirde yaşıyoruz.
İnsanların ömrü uzadı belki, fakat binaların ve şehirlerin ömrü kısaldı. Kısa özet: Yeşilçam filmlerindeki İstanbul, bildiğimiz İstanbul’dan çok daha uzun ömürlü oldu.
Değerli bir çevrede büyümek ve yetişmek şansına sahip olmuş. Ve ne güzel ki, bunları anlatabilme yeteneğine. Öğretmenlerini anıyor kitabında; Nurullah Ataç, Reşat Ekrem Koçu, Mesut Cemil Beyler, kitapta yer alan DVD’de Necip Fazıl Kısakürek’i de anmış.
Ayrıca, sizin sosyal medyada paylaştığınız bir fotoğrafta; Doğan Kuban, Cengiz Bektaş, Doğan Hasol ve Doğan Tekeli ile birlikte Aydın Boysan. Sizin de içinde, birlikte büyüdüğünüz çevre ve kişiler.
Açıkçası çevremde tanıdığım herkes mimardı. Hayati Tabanlıoğlu’nu, Şaziment - Neşet Arolat’ı; Yılmaz Sanlı’yı ve diğerlerini de ekleyelim o listeye. “İnsan büyür, liseyi bitirir, sonra da mimar olur” diye düşünüyordum.
Akın Kurtoğlu fotoğraf arşivinden: Ahırkapı Feneri. Sahil Yolu yapılmadan önce. Bu fotoğrafta fener adına yakıştığı gibi sulara dalmaktadır. Anlamlı şehir görüntülerinin, adına imar denen yok edişlerle ne hale getirildiğinin ilginç bir fotoğrafı. (İki Nesil Bir Şehir kitabından)
Kitapta en çok bahsettiği konulardan biri; İstanbul'da kıyıların yok edilmesi, denizin uzaklaştırılması; “İstanbul’un şiirsel kıyılarını, hele sur duvarlarıyla bezenen güzelim kıyılarını ve onun şiirlerini yok edenler için neler düşünürüm? Bu yaptıklarıyla unutulmasınlar!”. En çok üzüldüğü durumlardan biri diyebilir miyiz?
Son 20-30 yılda arabayla İstanbul’da dolaşırken en çok söylediği,“Tanımıyorum yaşadığım şehri” oldu. Mesele Zeytinburnu’dan, Levent’ten geçerken “Neresi burası?” diyordu. Kavacık’ı, Maslak’ı hiç saymıyorum. O yüzden, en az değişen yerlerden biri olan Samatya’ya götürüyorduk, Sahil’den değil “tramvay caddesinden”. Samatya ve Narlıkapı sokaklarında mutlu oluyordu.
Yaşadığı yerler dörtlü olarak sıralanacak: Davutpaşa Çöp İskelesi, Davutpaşa Ispanak Viranesi, Narlıkapı Çıkmazı, Yeşilköy Bamya Tarlası.
Komşular da tek tek sayılacak. Narlıkapı Çıkmazı’nda kim varmış, tek tek sayıyordu.
“Sahil yolları birer duvardır, sahille ilişkiyi koparır” demesi boşuna değil. Özellikle Marmara kıyıları onun için her şeyden daha önemliydi. Marmara’nın son halini görmediği iyi oldu.
Aydın Boysan kitapta şöyle diyor: “Çocukluğumun İstanbulunu günümüz İstanbulu ile mukayese edince, şehrin yeni bulvarları ve binaları ile uygarlaşmış olduğu sanılabilir. Karşılaşmayı doğru yapabilmek için, aynı kişinin sözünü ettiğim eski ve yeni İstanbul’un ikisini birden yaşamış olması gerekir… Benim gibi!” Sizden bir İstanbul karşılaştırması istesek? Çocukluğunuz ile şimdiyi...
Çocukluğumu boş verin, gençliğimde, hatta yakın yıllara kadar, nereye gidersem gideyim İstanbul’a dönerken, uçak Boğaziçi’nin üstünden geçerken bayağı heyecanlanırdım, “sevgiliye kavuşmak” gibi, artık heyecansızım, 40 yıllık evli gibi.
Benim en sevdiğim deniz hep Marmara oldu. 8 yaşındayken Kumburgaz’a gitmiştik. Hayır, bugünkü haline hiç benzemiyordu. O günden beri “Marmara bir yana, diğer bütün denizler bir yana” diyordum. Şom ağızlıymışım. Bak ne oldu!
Kumburgaz’daki çocukluğumun devamı Etiler Çamlık’ta devam etti. Fakat birkaç tane Çamlık vardı Etiler’de. Bizimki fıstık çamlarının olduğu Küçük Çamlık’tı. Çok güzel ağaçlardı, bilmeseniz Toscana dersiniz. Sonra Dalan döneminde kazulet apartmanlar yapıldı.
Etiler'e taşınmadan önce Nişantaşı Kuyulu Bostan Sokak apartman dairesinde ailece çekilmiş son fotoğraf (İki Nesil Bir Şehir kitabından)
AKM ile ilgili, neler, nasıl yapılmalı? Önerilerini sıralamış değerli bilgileriyle, tecrübeleriyle... Siz neler söylersiniz Yeni AKM için?
Yeni Taksim’den mutlu diyelim.
Bir diğer kitabı “Bıkma Yaşa”da Ayasofya’ya da değinmiş. Adının değiştirilmemesini ince bir davranış olarak nitelendirirken, müze yapılmasını da uygun bulduğunu belirtiyor.
Ayasofya benim dünyada çok sevdiğim iki binadan biridir. Diğeri Roma’daki Pantheon.
“Herkesin İstanbul’u da, dünyayı da, şairler gibi görüp, anlatması gerekmez… Ancak herkesin hele aydın kişi iseler, böylesi şiirleri okuyarak yüreğinde ve kafasında yansıtması, yerinde olur. Şiir anlatımlarının insanlara bu yardımı yapması, hayırlıdır.”
Söyleşinin finali, kitapta yer verilen yazarlar ve şairlerin olsun: Orhan Veli’yi anlatıyor Aydın Boysan, şiirlerini okuyor, çeviri şiirlerini. Yahya Kemal’i, sonrasında Bedri Rahmi Eyüboğlu’nu... Burak Boysan da kendi bölümünde Tanpınar'ı anmadan geçmiyor, “O dönemi nasıl olsa Ahmet Hamdi Tanpınar’dan daha iyi anlatamam.” diyerek.
Tanpınar demişken "Beş Şehir" kitabındaki şu cümlesini paylaşarak; “Bir ağacın ölümü, büyük bir mimarî eserinin kaybı gibi bir şeydir.” Burak Boysan'ın iyi ki Marmara'nın bu halini görmedi dileğine katılmadan geçmeyelim.
"İki Nesil Bir Şehir" kitabının son cümlesi, bir kitabın, bir söyleşinin son cümlesi olmaya ne kadar uygundur. Siz de aynı şeyi düşünür müsünüz?
“Herkes, doğru ve sevimli akşam oluşlarının nasıl olacağını öğrenmelidir.”
Rahmet, saygı ve sevgiyle... İyi ki doğmuşsunuz Aydın Abi…
Fotoğraf: Osman Deniz Tümer, Mart 2012