Eda Güney'den Milano Tasarım Haftası'na Dair

Eda Güney (Mimar, İç Mimar) / 02 Mayıs 2025
EDDAISTANBUL Mimarlık kurucusu Eda Güney, Milano Tasarım Haftası'na dair gözlemlerini paylaştı.

Bu yıl Milano Tasarım Haftası'nda en çok dikkatimizi çeken şey, şehrin bir bütün olarak tasarım kültürünü her alanda yaşatma çabasıydı. Yalnızca mobilya ya da mimarlık değil; gastronomiden modaya, perakendeden kamusal alanlara kadar tasarımın çok katmanlı bir şekilde kente yayıldığını görmek etkileyiciydi. 

Milano’dan dönerken zihnimizde sadece mobilyalar değil, hikâyeler de taşıdık. Markalar artık sadece yeni koleksiyonlar değil, yaşamın nasıl şekilleneceğine dair fikirler sunuyor. Mobilya bir sonuç değil, bir sürecin ifadesi gibi kullanılıyor. Bu yüzden mimar olarak fuara bakmak, ürün incelemekten çok bir mimari anlatının katmanlarını çözmek gibiydi.

Şefler, Design Week’e özel menüler hazırlamış; bu menülere özel sunum dokunuşları eklemişti. Moda markaları, özellikle vitrinlerinde tasarım haftasına özel enstalasyonlara yer vererek, yaratıcı vitrin tasarımlarıyla ziyaretçileri karşılıyordu. Tekstil ağırlıklı birçok moda markasının, mobilya koleksiyonlarına yönelme eğiliminde olduğunu ya da en azından bu alana dair düşüncelerini enstalasyonlarla aktarmaya çalıştığını gözlemledik. Özellikle Brera bölgesi, sokaklara taşan tasarım etkinlikleriyle adeta bir açık hava galerisini andırıyordu. Pop-up mağazalar, sanat yerleştirmeleri ve geçici deneyim alanları, bölgeye canlılık katıyordu.

Fuar genelinde dikkat çeken bir diğer önemli nokta ise iç ve dış mekan tasarımlarının artık sınırlarını kaybetmiş olmasıydı. Dış mekan malzemeleri, iç mekanlarda çok daha yoğun bir şekilde kullanılıyor; doğallık, dayanıklılık ve dokusal zenginlik, yaşam alanlarının ana karakterine dönüşüyordu.

Renk kullanımı bu yıl fuarın öne çıkan temalarındandı. Derin bordo ve acı hardal tonları, pek çok koleksiyonda baskın şekilde yer alıyordu. Markalar, büyük biçimsel değişimlerden ziyade, malzeme, renk ve doku üzerinden farklılaşmayı tercih etmişti.

Mimarlık ile mobilya tasarımı arasındaki ilişki artık iç içe geçmiş durumda. Bir mobilya koleksiyonu başlı başına bir mekân hikâyesi anlatabiliyor. Mimari bir akış yaratıyor.

Tasarımlar strüktürel düşünüyor: kütle, boşluk, denge, ışık ilişkisiyle hareket ediyor. Özellikle Japon ve İskandinav etkili markalarda bu ‘mimarlık duygusu’ çok belirgin.

Japon markaları fuarda neredeyse felsefi bir varlık gösterdi. Doğal ahşabı neredeyse bir meditasyon nesnesi gibi işliyor. Her detayda bir sakinlik ve saygı hissi var. Koleksiyonlarında sessizliği bir tasarım malzemesi gibi kullanıyor. Işıkla ve teknoloji ile kurdukları ilişki, mekan organizasyonlarında mimarlar için doğrudan ilham verici oldu. Hatta bazı ürünler, mimari bir iç avlu gibi, çevresinde boşluk istiyor. Bu da tasarımcının egosunu değil, kullanıcının deneyimini önceliyor. Ayrıca yapay zeka destekli senaryolu tasarımların artışı dikkat çekiciydi. Kullanıcının tercihine göre değişen ışık, ses ve renk kombinasyonları sunan akıllı mobilya sistemleri; kişiselleştirilmiş deneyimi ön plana çıkaran yaşam alanları yaratıyordu.

Fuar boyunca özgün fikirler ve “alamet-i farika” ürünler öne çıktı. Öyle ki, bir markanın farklı formdaki dış mekan şemsiyesi, neredeyse herkes tarafından fotoğraflanarak sosyal medyada paylaşıldı.

Son olarak, markaların sosyal medya etkileşimini artırmak için standlarında özel olarak tasarladıkları “fotoğraf noktaları” da yaygındı. Ziyaretçilerin deneyimlerini paylaşabilecekleri, estetik olarak güçlü alanlar yaratmak artık stant tasarımının vazgeçilmez bir unsuru haline gelmişti.

Milano, bu anlamda yalnızca bir sergi alanı değil; mimar ve tasarımcılar için bir laboratuvar, bir sahne ve belki de en önemlisi bir düşünce alanı. Salone del Mobile 2025, mimar olarak bizlere şu soruyu yeniden hatırlatıyor: Mekânı gerçekten nasıl yaşamak istiyoruz?


Etiketler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :