Belleğin, mübadelenin ve görünmeyen kadın emeğinin izlerine dair bir hatırlatma: ‘Askıda Ev’ Günnur Özsoy solo sergisi 14 Eylül’de Küçükhan Ayvalık’ta açılıyor.
Günnur Özsoy'un "Askıda Ev" adlı solo sergisi 14 Eylül’de Küçükhan Ayvalık’ta açılıyor.
"Tatil için ilk kez gittiğim Cunda Patriça koyunda, kaldığım odanın yakınındaki yıkılmış, harabe niteliğindeki taş ev kalıntısı beni çok etkiledi. Bu evin zamanla yıkılarak kalmış duvarları artık evin kabuğu gibi, evden arta kalan kalıntı olarak var.
Denizde ona bakarak yüzerken kalıntıların yapısal bütünlüğünü bozmadan, çivi, boya vs. kullanmadan orada bir şeyler yapmak istedim. Neler yapabileceğimi düşünürken, bir gün Ayvalık çarşıda, personel formaları satan bir yer görüp içeriye girdim. Dükkandaki kıyafet çeşitlerinin içinde ilgimi çeken mutfak önlükleri oldu. Burada çalışan üç kadın ile beraber renk ve modellerine bakarken önlüğün, bütün kadınların gündelik ev yaşantısındaki emeklerinin gizli simgeleri olduğunu düşündüm. Evet kalıntı duvarlara emeğin bu görünmez izlerini bırakacaktım.
Kaldığım yere geri dönüş yolunda, bir ev kalıntısı dikkatimi çekti ve ilk önlük asma performansımı orada yapmak için durdum ve evin kapısı olduğunu düşündüğüm duvarın yanına geldim. Bu kapı boşluğu ve duvar bir zamanlar iç ve dış mekanı birbirlerinden ayırırken şimdi “iç” ve “dış”ı aynı açıklıkta toplayan eşik gibilerdi. İster istemez yıkılmış evin gövdesinden kalanlara bakarak evin hafızasını oluşturmaya çalışırken hüzünlendim ve önlüğü, mevcut taş derzlerini kullanarak kapı boşluğuna astım. Kapı boşluğundaki önlük rüzgarla dans eden bir varlığa dönüştü. O önlük artık Ayvalık çarşıdan aldığım bir önlük değil. Benim için geçmişle gelecek arasında sallanan bir sarkaç gibi. Bu önlük belkide eskiden evi “özel alan” yapan emeğin bir işaretiydi onu asarak ev içi emeği görünür kıldığımı düşündüm. Çünkü bu kalıntı duvar artık benim için bir sahne ve bir kamusal alan. Mübadeleden bu günlere çok katmanlı göç hikayeleri astığım önlüğün sahipsiz bir bayrak gibi dalgalandığını hissettirdi. Ev ve yuva kavramlarını eş tuttuğum zihnimde, yuvaya dair aidiyet duygularının ne kadar kırılgan olabileceğini duyumsayıp hüzünlendim. Önlüğün rüzgarla yön değiştirmesi gibi zihnimde her şey yer değiştiriyor. Anne, bakıcı, usta, göçmen, işçi gibi görünmez figürler bunlar…
Aynı bahçe içindeki minik duvar boşluğuna bir başka önlüğü asıyorum ve orada bir zamanlar yaşayan bir hayatın izlerini gösteren kırık cam ve çömlek parçaları, çivi ve menteşe parçacıkları buluyorum. Araba yolunun üzerinde olan bu kalıntıdaki önlükleri acaba yoldan geçen kişiler fark edecekler mi? Hayal kuruyorum, yolda durup ne olduğunu anlamak için kalıntı duvara doğru yürüyüp, boşluğundan içeri bakacaklar mı? Bu boşlukta görecekleri şey bir oda değil ondan arta kalanlar belkide kendi eksilen evleri, evlerimiz olabilir mi?
Astığım önlükler burada bir zamanlar birilerinin yaşadığını, yemek pişirip çocuk büyüttüklerini düşündürmeye sevk ederken gidenlerin ardından sesliğe ve rüzgara bir iz bırakma çabası gibiydi.
Daha sonraki günlerde bu kalıntının arkasındaki mezarlığı fark ettim. Burası Cunda’daki Rum mezarlığına ait küçük bir şapel olmalıydı, mezarlık alanının altında kalan bu kalıntının bahçesindeki üst kapakları kaldırılmış aile gömü odalarına benzeyen izler ise bu hissimi pekiştirdi.
Kaldığım odanın yakınındaki bana bir şeyler yapmam için ilham olan harabe evin denize bakan duvarındaki pencere boşluğuna etrafındaki zeytin ağaçlarından referansla yeşil renkli bir önlük astım ve onu her gün görebilmek için orada bıraktım. Böylelikle her gün onun rüzgarla dansını seyrederken, yerinden edilmiş yaşamlar, görünmeğen emek ve mekansızlaşma üzerine sorgulamalar yaşarken bir isim belirdi zihnimde. “Askıda Ev”.
“Askıda Ev” benim gündelik tatil hayatımda olanla tarihsel olan arasında kurduğum ince bir gerilim. Bir zamanlar iç mekana ait olan her şey şimdi dışarının rüzgarına teslim. Rüzgarla bir koreografi içinde dans eden bu önlük artık ne bir vücuda ait ne de bir işlev içinde. Sadece asılı ve kendi başına. Sahipsiz, sahipsizliğiyle konuşan bir karşı- anıt gibi.
Ev içi emek, tarih boyunca kamusal görünürlüğü en az olan ama toplumu en fazla ayakta tutan bir yapı olmasına rağmen günümüzde halen evlerin duvarları arasında yok sayılan emeğin, kadınlara reva görülmesi ve görünmeyen emeklerinin yüküyle ezilen kadınların sessiz çığlıkları olsun bu önlükler.
3. alanım Güvercinlik Adası’nda yalnızca kalıntıları duran 19. yüzyılın ikinci yarısında yapıldığı düşünülen Evangelistriya Manastırı. Kıyının rüzgârında sessizce duran taş duvarlar, vaktiyle küçük bir kadınlar manastırının nefesiyle doluydu. Halk arasında “Kızlar Manastırı” denmesinin sebebi de bu: burası yalnızca taş ve harç değil, birlikte yaşamış kadınların dua, emek ve sessizlikten örülmüş hayatlarının izlerini taşıyor. Burada astığım önlükler, göğe değil, geçmişe açılmış birer pencere gibiydi. Kumaşların dalgalanışı, adeta orada yaşamış kadınların ellerini yeniden birbirine bağladı; rüzgârla sallanan her önlük, unutulmuş bir adı fısıldıyor, kaybolmuş bir hikâyeyi çağırıyor gibiydi.
Önlüklerin yan yana gelişinde, bir aradalığın sessiz ağıtı değil; dayanışmanın, görünmeyen emeğin ve kadın hafızasının direnen ışığı vardı. Sanki zamanın ötesinden uzanan bir zincir gibi, kadınlar el ele tutuşuyor, manastırın boşluğunu yeniden dolduruyordu.
4.alanım Hasır Adası’ndaki (Seferi/Angistri) küçük şapel kalıntısı. Aziz Georgios (Agios Georgios) Şapeli olarak biliniyor.
Uzaktan bakınca, denizin ortasında dümdüz bir çizgi… Bir ev silueti, bir ağaç gölgesi. Adanın çıplaklığı,bir evin hayalini, bir ağacın varlığını sonsuz suyun ortasında saklıyor. Bu yüzden oğlum ve ben bu coğrafyadan çok etkilendik.
Adanın sadeliği, boşluğun değil; derin bir belleğin ifadesiydi. Önlükler, şapelin çatısını hayalden kurarcasına göğe açıldı; ağaçla birlikte, adanın tek sesini rüzgârla bütünledi. Tavşanların varlığı ise, bu inzivaya kırılgan bir masumiyet ekledi.
Son alanım Patriça koyunda 2. köyün içerisinde yer alan küçük, taş evlerden biri. Denizden gördüğüm bana ilham olan evde bunlardan biri o yüzden son performansımı köydeki bu evlerden birinde tamamlamak istedim. Bu alan yaklaşık 15–20 hane barındırıyor. Taş evlerin yapımında kullanılan sarımsak taşı ve mimari planlama, bölgenin karakteristik rüzgar yönleri düşünülerek yapılmış.
Boşluğa astığım bir önlükle başladım. Kumaşın salınımında, görünmeyen eller ve unutulmuş nefesler bana ilham verdi. Şimdi aynı köyde, başka bir evin içinde bir önlük daha asıyorum. Başlangıcın izini taşıyan bu son jest, hafızayı tamamlıyor: Burada başladım, burada noktalıyorum.
“Askıda Ev ” projesinde benim amacım ne geçmişi romantize etmek ne de bu günü suçlamak. Arzum bu yıkık duvarların aralığında hala nefes alan bir hikaye olduğunu hissettirebilmek. Zamanın geride bıraktığı her şey ve şimdiye ait her şey yeniden hatırlanabilir."
Ağustos 2025, Günnur Özsoy