16 Nisan 2011 öğleden sonrasında, SALT Beyoğlu’ndaki ‘Kitty Travers ile Dondurma Atölyesi’ne adım attım. Gün bittiğinde damağımda kalan tat ise güzel bir gün, insanlar, mekan ve tabi ki önceden hiç denemediğim farklılıktaki dondurmaların karmasıydı.
Havaların gelgitli olduğu ayların ardından güneşi yakalayabildiğim bir güne, İstiklal Caddesi'ne yeni katılan mekan içinde özlenmiş bir tadı deneyimleyerek eşlik ettim. 16 Nisan 2011 öğleden sonrasında, SALT Beyoğlu'ndaki ‘Kitty Travers ile Dondurma Atölyesi'ne adım attım. Gün bittiğinde damağımda kalan tat ise güzel bir gün, insanlar, mekan ve tabi ki önceden hiç denemediğim farklılıktaki dondurmaların karmasıydı.
SALT Beyoğlu'nun açılış tarihi Nisan başına denk geldiği için, hem haberlerini almış hem de mekanın etkinlikleri ve çok işlevli yapısı hakkında bilgi edinmiştim. Sergi ve atölye mekanlarının yanı sıra mağaza, kafe, sinema alanlarıyla ilgililerine eşlik edecek olan SALT'da, bir de "Bahçe" yer alıyor. Bu bahçenin sebze, meyve ve bitki yetiştirmek üzere hazırlandığını öğrendiğimde, doğal ürünler ile yapılacak olan dondurma atölyesinin de o mekanda gerçekleşebilme ihtimalini hayal etmiştim. Atölyenin duyurusundan edindiğim, aynı mekanda gerçekleşen farklı olayların –örneğin Bahçe'de ekilen ilk tohumlar ile dondurma atölyesindeki doğal malzemelerin- birbirine gönderme yaptığı yönündeki izlenimim, bu ihtimali doğurmuştu.
Düzen Bozulsun, İnsanlar ve Malzemeler Birbirine Karışsın, Her Yere Dondurma Bulaşsın!
İstiklal Caddesi'nden SALT'a ilk adım attığım anda ise, doğrudan etkinlik alanındaydım; ancak bunu beklemiyordum. İçeri buyur eden mekanın etkinlik hazırlıklarını, benim gibi erken gelmiş birkaç kişiyle birlikte izledim. İlk izlenimlerimi hatırladıkça, kendime hala gülüyorum: Birbiriyle pek konuşmadan bekleyen insanlar, "Bahçe" yerine ana holde gerçekleştirilen bir etkinlik ve düzenli bir "bakkal tezgahı" izlenimini veren atölye masasının uyandırdığı endişeli merak… İnsan hareketi henüz başlamayan mekanda mavi plastik süt kasası, pembe-kırmızı buz kovaları, poşetler, hazırlanmış karışımlar, bisküviden dondurma kapları dizi dizi duruyordu öylece… Atölyenin belki konusuna, dolayısıyla doğasına aykırı bir düzen ve ritim vardı. Çocuksu bir bekleyişle, bir an önce o düzenin bozulmasını, insanların ve malzemelerin birbirine karışmasını, her yere dondurma bulaşmasını istedim. Derken hazırlıklar tamamlandı ortam kalabalıklaştı…
Varsın İstiklal'de Elektrikler Kesik Olsun, Dondurmalar İçin Makineye İhtiyacımız Yok ki…
Kitty Travers sempatikti –ki "dondurma"yı iş edinmiş bir insanin farklı olmasını beklemek hata olur! Söze başladı, genel bir etkinlik girişi yaptı, bazı temel tariflerden ve onların püf noktalarından bahsetti. Ancak söz uçar, deneyim kalır. Eller işe bulaşmadan ve tat damakta kalmadan ne tarifi aktaran sözcükler, ne de kulağını açıp dinlemek ve dört gözle izlemek önemli… Ne zaman ki insanlar birbirlerine yaklaştı ve hijyen kriterleri doğrultusunda masanın sınır çizgisi aşıldı, işte eller ve damaklar tatlanmaya başladı.
Hem de ne değişik, ne çeşitli tatlar… Tadarken yapım sürecini deneyimlemek, bambaşka bir doygunluk yaratıyordu. Aynı zamanda latife eder gibiydik; İstiklal Caddesi'nde elektrikler kesikti ve dondurma üretim süreci için makineye ihtiyacımız yoktu! Çünkü işin tekniği ve esprisi, makinesiz dondurma yapmakta yatıyordu. "Elektriğin olup olmaması bizi bağlamaz" dedi Kitty Hanım…
Deneyimlediğim kadarıyla bu sürecin püf noktasını ve detaylarını sunarak devam edeyim: Öncelikle, bir sürü buzunuz, tuzunuz, poşetiniz, hijyen için gerekli eldiven ve damak tadınıza uygun olarak hazırladığınız şerbet halinde veya kremalize kıvamda olan karışımlarınız önünüzde olmalı. Kitty Hanım, işin püf noktasını tez zamanda göstermek adına basit bir yöntem sunarak işe başladı: Tuz ve buz birlikteliğinin yarattığı "endotermik etki"ye şahit olmamız gerekiyordu. Bu ikilinin bir araya gelince neler yapabileceği, 17. yüzyılda keşfedilmiş. Buza tuz ekledikçe -15 °C'lere kadar düşen bir etki oluşmasının ve bu etkinin temas ettiği sıvıları dondurmaya başlamasının keşfi, dondurmaya giden kutsal yolun ilk adımıydı.
Bu ilk adımı öğrenmemizin ardından, buz ve tuz dolu poşetin içine göz kararı basit vanilya karışımımızı bir küçük poşet içinde yerleştirdik. Buz ve tuz dolu poşet içinde vanilya poşeti başladı çalkalanmaya! Neredeyse dans eder gibiydi; poşeti toptan alıp çırpma sürecinde, kolların sürekli hareketi önemli rol oynadı. Zaman zaman poşeti açıp tuz ilave etmemiz gerekiyordu ki endotermik etkinin önü kesilmesin. Öncesinde karemelize ve akışkan halde olan karışımımız, bir süre sonra katılaşmaya ve donmaya başlıyordu. Güzel bir serinlik kazanmasının ardından da lezzeti ile ferahlatması için bizlere minik kaşıklarda sunuldu.
Herkesin katılabileceği kapsamda çoklu ve çeşitli üretimin başlaması için, başka bir yönteme geçildi: Mekanda dönüşümlü olarak hareket eden insan grubu ortalama 20 kişilikti. Bizler de toplamda 5 çeşit farklı tat deneyimledik.
İlk olarak keçi sütü, kekik ve bal karışımından oluşan çeşit, hafif yakıcı reyhasıyla en değişik tadı sunuyordu. İlk anda verdiği tat ile ağızda kalan son tat birbirinden öylesine farklıydı ki "kafası karışık" denilebilirdi. Acı portakal ve hurma karışımı ise, bayram şekeri kıvamında daha muzır ve eğlenceliydi. Dondurma olmadan önceki hali, kızarmış ekmeğe sürülerek de yenilebileceği hissini uyandırdı. Limonlu dondurma ise buz kıvamındayken herkes tarafından sevilir sanki... Öylesine ferahtı ve özlenen yazı çağrıştırdı ki, kimse elinden bırakamadı. Endotermik etkinin en çabuk sonuç verdiği ve tam anlamıyla dondurma biçimine gelen karışım ise bakla, zeytinyağı ve taze otlardan oluşan karışımdı. Nöbetleşerek karıştırılan ve zor katılaşan çeşit ise elma sirkesi, kayısı ve baharatların birlikteliğini sunan şerbetti.
Dondurmaların Hikayesi, İnsanların Lezzet Bekleyişi, Mekanın Bereketi
Değişik karışımlara ev sahipliği yapan atölye sürecinde, önceden denenmemiş pek çok çeşit bulunsa da, önemli ve keyifli olan –hangi karışımın içinde nelerin olduğundan ziyade- süregelen işbölümü, sohbet ve katılımdı. Dondurmalar ise, birbirine karışarak ve üretmenin akla gelmeyeceği farklı malzemelerden oluşarak hikayeler yarattı kendiliğinden... İnsanların birebir bulunduğu yapım sürecine ve sabırlı bekleyişine, alakasız konular, tanışmalar ve kahkahalar eşlik etti. Buzların zaman zaman kırılarak tuz eklenmesi sonrasında toplanan dikkat ve kıvamın katılaşmasına şahit olunması, ağzı sulandırıyor ve lezzetli sona ulaşacak olmanın heyecanını yaşatıyordu.
Dondurmaların varsa, SALT'ın da yer aldığı mekanın dönüşümü nedeniyle hikayesi var ve etkinlikteki rolü önemli! Kişiyi rahat bırakan bir mekan olmasının yanı sıra, yaklaşımı itibariyle katılımcılara ve üreticilere müdahale etmeyen, ifade alanı sunan bir oluşum… Dolayısıyla sokaktan içeri adım atar atmaz dahil olma şekli ve ilk anda karşılaştığım mekanın insansız hali, etkinliğin doğasıyla gelen harekete bıraktı kendini. İnsanlar, malzemeler, hareket, sohbet ve mekan bereketiyle birbirine karıştı.
Kendi adıma, bu deneyim yerinde ve zamanında gerçekleşmişti. Kentin hengamesi ve "farkındasızlığı" içinde karşılaşılan doğal bir tat, koku, renk ve sıra dışı hareketin insanı böylesine çekmesi çok lezzetliydi. Mekanın bu lezzete eşliği ise anaç ve misafirperverdi.
SALT'ın uyandırdığı merak ile sokaktaki insanları buyur edişi, ancak yine de biz içeridekilere sokaktaki harekete doğru bir mesafe sunmuş olması, katıldığımız etkinlikten kopmamamızı sağladı. Merak edip içeri giren rahatlıkla dahil olabildi. Mekanın gri duvarlarını ve korunmuş tarihi kolonlarını sokaktan gelen ışık ve fondaki insan sesleri aydınlatmıştı. Ancak bu loş aydınlığı, dondurma hikayeleri renklendirdi. Bu hikayeler, Kitty Hanım'ın öncülüğünde ve katılan her kişinin aldığı lezzetle üretildi. Son olarak belirtmem gerekiyor; tüm bu tatlar damakta kalarak muhafaza edildi.