Beyaz Badana, Midye Dolma ve Bozcaada
E. Seda KAYIM / 31 Temmuz 2009
Bu yılın en gözde kaçış noktaları arasında daima ortak bir isim Bozcaada. Pek de küçük olmayan bu ada, sahip olduğu irili ufaklı, müthiş tevazu sahibi ve hatta biraz da köhne yeme-içme mekanlarında Ege mutfağının tüm ferahlığını ve lezzetini bir araya getiriyor.
Bu yılın en gözde tatil hedefleri / kaçış noktaları arasında, neredeyse daima ortak bir isim gözünüze çarpmış olmalı. Denizinin ne kadar temiz olduğu, nasıl da sakin bir kaçamak sunduğu, ama aynı zamanda insanı sıkmayacak kadar da hareketli olduğu yazıladurdu. Bir yandan "bohem"lerin, sanatçıların uğrak mekanı denildi, diğer yandan da ucuz ama konforlu olduğundan söz edildi. Uzun lafın kısası; Bozcaada'dan bahsediyorum. Ama bizi Bozcaada hakkında asıl çeken şey, elbette temiz ve serin suları ya da korunmaya çalışılan Rum mahallesi değil. Bu pek de küçük olmayan ada irili ufaklı, müthiş tevazu sahibi ve hatta biraz da köhne yeme-içme mekanlarında Ege mutfağının tüm ferahlığı ve lezzetini bir araya getiriyor.
Bozcaada'ya Çanakkale'den yaklaşık bir saatlik bir feribot yolculuğunun ardından ulaştığınızda, karşınıza çıkan, hatta ilk bakışta sizi kendine doğru yönlendiren bir mekan var: Polente. Kaba işçiliği beyaz badana ile kapatılmış cephesi, mavi renge boyanmış ahşap doğramaları ve çatı terasından sarkan sardunyaları ile Ege'ye geldiğinizi size hatırlatan ilk anlardan birini Polente'nin teşkil ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Limandan çıkar çıkmaz vardığınız ana caddenin hemen solunda kalan bu mekan bir cafe/bar; hatta Bozcaada'nın en ilgi gören ve işlek mekanlarından biri. Uzun yıllardan beri hizmet veren Polente, gerçekten de özellikle yaz hafta sonlarında İstanbul'un kalabalığını aratmayan bir cümbüşe bürünüyor. Gün boyu chill-out ve soft jazz türü parçaların çalındığı mekanın bu hareketli görüntüsü sizi aldatmasın. Polente neredeyse hiçbir noktada "gece kulubü" halini almıyor. Bozcaada'nın durağan değişkenliği içinde benzer nitelikler sergileyen mekan, kalabalık ve eğlenceli ama sakin bir durak olmayı başarıyor.
Zaten Polente'de de amaçlanan buymuş gibi gözüküyor. Yapının dingin, iddiasız ama çevre şartları içerisinde dikkat çekici görünümü bir anlamda ilk ipuçlarını veriyor. Örneğin dışarıdan betonarma bir merdiven ile ulaşılan teras çatıya eklemlenen metal dikmeler ve üzerini bir güneşlik gibi saran sarmaşığın oluşturduğu yarı mahrem mekan, kalabalıktan uzaklaşmak isteyenler için ideal bir alan oluşturuyor. Bununla birlikte yapının önünü ve karşı kaldırımını saran onlarca sandalye, sıra ve masa, geceyi konuşma sesleri ve kahkahalar arasında geçirmek isteyenlere hitap ediyor. Açık mekanlarda ses sistemini oturtmak gerçekten zor olmakla beraber, bir "buluşma mekanı" görünümündeki Polente'de bu sorun bertaraf ediliyor. Sözünü ettiğim gibi, kitlesi Polente'ye güzel müzik dinlemeye değil, güzel müzik eşliğinde sohbet etmeye geliniyor gibi gözüküyor. Hatta öyle ki, kendinizi serin Bozcaada havasına ve müziğin etkisine kaptırıp dans etmeye başladığınız noktada, Polente'nin müdavimleri bunu pek umursamıyor. Bu küçük barda belli ki herkes kendi halinde olmayı seviyor.
Polente'nin kapalı mekanı büyük potansiyeller elbette barındırmıyor. Oldukça küçük bu iç hacim, 29 Nisan'dan başlayarak Eylül başına kadar faaliyette olan Bozcaada tesisleri düşünüldüğünde ihtiyacı yine de karşılıyor olsa gerek. Polente, Bozcaada'nın artık simgesi haline gelmiş gelincik şurupları ve gelincik votkası ile tanınıyor. Bu sezonu erken başlayan adaya tanıtımların da etkisi ile gelip giden çok olunca, Polente'nin de gelincik şurubu bitiyor. Ama sizi başka bir sürpriz bekliyor: Karadut votka, içinde barındırdığı taze karadut suyu ve meyve taneleri ile -bulamadığınız gelinciğe rakip olmasa da- alternatif oluşturuyor. Öte yandan Temmuz başında hala açılamamış olan teras, Polente'nin işletme hanesine bir eksi olarak düşüyor.
Sonra: Lütfü Yetiş'in Yeşil Köşk Köftecisi, Lisa'nın Kafesi...
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Bu İçeriğe Yorum Yazın