İnsan deneyimi merkezinde ele alınmış projeler üreten Bilgin Mimari Tasarım Ofisi kurucuları Begüm Yılmaz Bilgin ve Caner Bilgin Çat Kapı’da.
Önceki iş deneyimlerinde farklı ölçeklerde projelerin içinde yer alarak 2014 yılında Bilgin Mimari Tasarım Ofisi çatısı altında üretimlerine devam etme kararı alan Begüm Yılmaz Bilgin ve Caner Bilgin Çat Kapı konuğu oldular.
Projelerinde kendilerine özgü bir tasarım yaklaşımı benimseyen Bilgin Mimari Tasarım Ofisi; 11 yarışma katılımıyla, 3 birincilik ve toplamda 7 ödüle sahip. Begüm Yılmaz Bilgin ve Caner Bilgin multidisiplineranlayışla her alanda fikir üretmeye çalışarak yeni tecrübeler ediniyor ve bunun sonucunda da farklı ölçeklerde “yer”e ait, nitekli ve özgün tasarımlara imza atıyor.
Petra The Flooring Co. desteğiyle gerçekleştirdiğimiz söyleşi için Bilgin Mimari Tasarım Ofisi’ne tekrar teşekkür ederiz.
Sizleri kısaca tanıyabilir miyiz?
Begüm Yılmaz Bilgin: 2011 yılında Kültür Üniversitesi’nde çift ana dal yaparak, hem İnşaat Mühendisliği hem de Mimarlık Bölümü’nden mezun oldum. Sonrasında mimarlığı seçerek devam ettim meslek hayatıma. Üniversite sırasında da altı ay Eindhoven Teknoloji Üniversitesi’nde bulundum. Ardından İTÜ’de yüksek lisansa başlayınca üç sene araştırma görevlisi olarak Kültür Üniversitesi’nde çalıştım. O süreç, meslekte ne tarafa doğru yönelmek istediğimi de görmemi sağladı. Güzel, öğreticiydi ama pratik hayatta olmak istediğimi fark ettim ve Çinici Mimarlık’ta çalışmaya başladım.
Caner Bilgin: 2005 İstanbul Erkek Lisesi mezunuyum. Özellikle söylüyorum, lisede burada olmak benim için çok özeldi. Almanca müfredatın zorluğu bir yana sosyal anlamda benim için çok yoğun, görsel sanatlarla, müzik ile tanıştığım bir dönemdi. Mezuniyet sonrasında mezunlar derneği aracılığıyla olabildiğince bağımı korumaya çalıştım. Liseden sonra Kültür Üniversitesi’ne girdim. Kültür Üniversitesi’nde öğrenciyken ilk Çanakkale Şehitler Anıtı tasarlamıştım, İstanbul Erkek Lisesi’nin bahçesine yapıldı. İlk işim o aslında, benim için çok özel bir anlamı var. Normalde Çanakkale için tasarlanan bir anıt. Ufacık 4 tane cam parçası üzerinden tariflenen, İstanbul Erkek Lisesi armasını ve onun hikayesini anlatıyor. Vakıf, İstanbul Erkek Lisesi’nin bahçesine alma kararı aldı. Dolayısıyla Çanakkale’de yapılması gereken, bir şekilde okulun bahçesine gelmişti ve orada inşa edilmişti. Benim için bir anlamda ilk iş tecrübesi oldu.
Okul hayatımdaki en önemli şeylerden biri Begüm’le tanışmak oldu tabi. Begüm’den iki dönem öndeydim, ondan bir dönem önce Eindhoven Teknoloji Üniversitesi’ne gitmiştim. Dolayısıyla aynı şehri ve üniversiteyi farklı yıllarda deneyimlemiş olduk.
Kültür Üniversitesi’nden sonra Bilgi Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptım. O zaman İhsan Bilgin’in önderliğinde kurulan organizasyonda sadece yüksek lisans programı olması, tezsiz olması, aslında daha çok pratik mimarlık üzerine eğitimi temel alan ama bir yandan da mimarlık kuramını bütün donanımı ile kazandırmaya çalışan çok özel bir eğitim süreci vardı. Giren öğrencilerin yüzde 80’inin burslu, Türkiye’deki okulların en seçkin öğrencilerinin girdiği çok ilginç bir birliktelik. Biz orada gece gündüz çalıştığımız çok güzel iki sene geçirdik.
Benim mimarlık kariyerim için o dönem hem çok özeldi hem de çok kritik. Bir yandan Murat Tabanlıoğlu, Can Çinici, Mehmet Kütükçüoğlu, Nevzat Sayın, Han Tümertekin, Tansel Korkmaz ve daha nice önemli akademisyen mimarlar ile bir öğrenim süreci yaşıyorsunuz. Daha kariyerinizin başındasınız, yeni mezunsunuz ve yüksek lisansta onlarla beraber çalışma fırsatı yakalıyorsunuz, hakikaten çok değerliydi. Dolayısıyla çok kısa bir dönem olmasına rağmen mihenk taşlarından biri benim için.
Bu dönemde İzmir Opera Binası yarışması için Mehmet Kütükçüoğlu’nun daveti ile ekibine katıldım. Yarışmayı kazandık. Ardından Teğet’e gidip gelmeye başlamıştım. Okuldan arta kalan bütün vakitlerimi neredeyse orada değerlendirmeye başlamıştım. Ondan sonra askerlik ve askerlik sonrasında tam zamanlı Teğet’e girdiğim bir süreç oldu.
Begüm Hanım, Çinici Mimarlık’taki döneminizi anlatabilir misiniz? Ne gibi katkıları oldu size?
BYB: İlk ofis tecrübeme Can Çinici ile başlamak çok değerli ve özeldi benim için. 5 sene orada, onunla beraber çalıştım. Çok öğretici bir süreçti. Ben de buradan üstüme düşeni almaya çalıştığımı ve bu süreci iyi değerlendirdiğimi düşünüyorum. Şöyle bir yapısı var ofisin; bir proje olduğunda öncesi, esnası ve sonrasında her zaman kişisel olarak siz ilgileniyorsunuz. Dolayısıyla her zaman Can Hoca ile beraber yönetme şansı buluyorsunuz süreci. Yeni mezun ve ilk ofis tecrübesi olan biri için çok değerli. Bazen zor, yoğun ama çok öğretici bir süreç, eğer bu sürece de açıksanız tabi. Çok şey öğrendiğimi düşünüyorum oradan. Açıkçası bir okul gibiydi benim için.
Caner Bey sizden de Teğet Mimarlık döneminizi, buradan önceki tecrübelerinizi öğrenebilir miyiz?
CB: Mezuniyet sonrası askere gittim geldim, tam o sırada da İzmir Opera Binası sözleşmesi imzalanmıştı. Bana da sahne, sahne arkası mekanların ve salonların tasarım koordinasyon sorumluluğu verildi. Proje bazında anlatmaya gerek yok ama Teğet ve Mehmet Kütükçüoğlu benim için çok özel figürler. “Senim için ideal ofis tanımı nedir?” derseniz; ben o dönemi ve süreci anlatabilirim. Mehmet Kütükçüoğlu ve Ertuğ Uçar’ın bir mentör gibi yanınızda oluşu ve görüşü çok öğreticiydi. Bir yandan da iyi bir arkadaş grubuyduk ve ofiste sıkı işler üretmeye çalışan genç mimarlardık. Dolayısıyla o dönem, benim için mimarlık kariyerimdeki ikinci bir mihenk taşıdır.
Bir yandan Bilgi Üniversitesi'nde Şebnem Yalınay Çinici’nin daveti ile yarı-zamanlı olarak stüdyo derslerine girmeye başladım. Yaklaşık 8 yıl, önce basic design stüdyosu ve ardından üçüncü sınıf proje derslerine katıldım.
Yaklaşık iki sene Teğet’te çalıştım. Biraz ofis ve işler büyümeye başlamıştı ve ben Mehmet Bey’e dışarıdan daha fazla sorumluluk alabileceğimi, daha fazla onlara destek olabileceğimi söyleyerek müsaade istemiştim. O da her zamanki gibi çok büyük bir anlayış ve iyi niyetle karşıladı. Dışarı çıkar çıkmaz da bana ilk işimi yönlendirdi. Yalıkavak 55 projesini o dönem Teğet Mimarlık’la beraber asli sorumlu olarak üstlenmiştim. Hemen ardından bir uygulama, tasarım, yerinde kontrollük süreçleri yaşadığım bir süreç gelişti. Ondan sonra da ara ara, ufak bloklar ve parçalar halinde hep Teğet Mimarlık ve Mehmet Kütükçüoğlu ile ilişkimiz sürdü. Bunların bir parçası Venedik Bienali’ndeki çalışmalardı.
Benim ailemde kimse mimar değil, keza Begüm’ün de ailesinde de kimse mimar değil. Dolayısıyla mimarlık ortamına girince, sudan çıkmış balık gibisiniz. Begüm’le şu konuda paralel düşünüyorduk; biz bu işi yapacaksak iyi yapmamız ve nitelikli bir şekilde üretiyor olmamız gerek. Aksi bizim için düşünülemezdi. Yaptığınız işin iyi olduğunu nasıl anlatırsınız? Veya iyi bir şey yapabildiğinizi nasıl gösterirsiniz? Bunlar için yarışmalar çok kritik. Dolayısıyla yarışma pratiği, öğrencilik yıllarından beri gelen bir alışkanlık aslında. Onu profesyonel hayata taşımak ve ısrarla, inatla yarışmalara girmeye başlayarak devam etti kariyerimiz.