Y. Mimar A. Birgül Yılmaz, Guggenheim Müzesi'nin yapımından sonra kullanılmaya başlayan "Bilbao Efekti" kavramını başlığına alarak yazdığı yazısıyla Kentin Tozu'na konuk oldu.
Y. Mimar A. Birgül Yılmaz Kasım ayında gerçekleştirdiği Bilbao seyahati kapasamıında; Gehry, Calatrava gibi mimarların yapılarını ve Guggenheim Müzesi içinde yer alan kalıcı eserleri, aynı sanatçıların farklı ülkelerde gördüğü eserlerini paylaşıyor. "Bilbao Efekti"nin Guggenheim Müzesi'nin yapımından sonra kullanılmaya başlayan bir kavram olduğunu belirten Yılmaz, şehirleri canlandırmak, ziyaretçi çekmek adına ünlü mimarlara değişik yapılar yaptırılması üzerine kullanılmaya başlayan bu kavram üzerinden Kentin Tozu için yazdı...
Bazı şehirler mimarlarıyla özdeşleşmiştir, Barcelona örneğin, onu Antoni Gaudi'den bağımsız düşünebilir miyiz? Şikago örneğin, onu Frank Lloyd Wright ve Louis Sullivan'dan bağımsız düşünebilir miyiz? Illionis Oak Park, bir Frank Llyod Wright sergisidir adeta. Zaten evi de müze, günümüzde ziyaretçilere açık, ama bölge onun eserleriyle dolu olunca, yaptığı pek çok yapı da dışardan görülebilmekte, açık müze şeklinde, özel turlar düzenlenmekte.
Bilbao'da durum biraz farklı, bir şehri canlandırmak adına ünlü bir mimarın imzası aranmış, başarılı da olmuş, şehrin simgesi bir yapı oluşturulurken bir sürü yerli yabancı ziyaretçinin de şehre akması sağlanmış. Sözünü ettiğim yapı Frank Gehry'nin tasarladığı Bilbao'daki Guggenheim müzesi... Gezerken 25. yıl değişiklikleri gibi yazılara rastlayınca, o kadar oldu mu dedim, 18 Ekim 1997'de açılmış müze.
Guggenheim Müzesi, Bilbao, F. Gehry
Bilbao, Guggenheim ile de yetinmemiş, ünlü mimarlara şehirde başka yapılar tasarlatmaya devam etmiş. Aynı yıl açılan Nervion nehri üzerindeki Zubizuri köprüsü ve 2000 yılında açılan Bilbao Sondica Havaalanı, İspanyol mimar Santiago Calatrava imzasını taşımakta.
Zubizuri Köprüsü, Sondica Havavalanı, Bilbao, S. Calatrava
Bende Calatrava’nın yeri farklıdır, bazı yapılarını inşaatları sırasında da izleme olanağını buldum, bırakın onu, yapılarını görmek için şehirden şehire bile gitmişliğim oldu, paylaşmak isterim bir ara... Bilbao Metro istasyonlarına gelince, bir başka ünlü mimarın imzasını taşımakta, Norman Foster. Hatta, 2014'te biten istasyonun birinin duvarında Foster’ın imzası bile yer almakta.
Metro istasyonları, Bilbao, N. Foster
Guggenheim müzesine dönecek olursak, adını aldığı aile Yahudi kökenli bir Amerikan ailesi, servetlerini Amerika ve Güney Afrika'daki madenlerinden edinmişler. Frank Gehry'nin tasarladığı bu müze kuşkusuz çok etkileyici bir yapı, yalnızca mimarlar açısından değil... Ancak Guggenheim deyince benim ilk aklıma gelen başka bir Frank, Frank Llyod Wright. Yine yazının başına dönmüş gibi oldum ama, kutu kutu dizaynların yapıldığı bir dönemde, bu yalın, yuvarlak, beyaz yapı beni öğrenciliğimden beri etkilemiştir. Frank Lloyd Wright mimarlığa başladığı sıralarda, hatta kendi evini yaptığı 1889'da elektriğin olmadığını ya da yeni yeni geldiğini düşünürsek, zamanına göre ne kadar modern bir yapı tasarladığını anlamak daha kolay olacaktır. Yuvarlak ana yapı içinde hafif eğimli rampalarla, duvarlardaki eserlerin tadına vararak kattan kata ulaşılan bu müze zamanında New York için de bir Bilbao efekti olmuş olsa gerek. 1943'te tasarımına başladığı müze, 21 Ekim 1959'da açılmış, ancak Wright o senenin 9 Nisanı'nda vefat etmiş, görememiş yani bitmiş halini...
Guggenheim Müzesi, New York, F. Lloyd Wright
Bilbao'daki Guggenheim Müzesi de Zubizuri Köprüsü gibi Nervion nehri kıyısında, 24.000 metrekarelik bir alanda inşa edilmiş, bu alanın 9.000 metrekaresi sergilemeye ayrılmış. Müzenin, en önemli özelliklerinden birisi cephelerde kullanılan titanyum, Gehry bu malzemeyi başka yapılarında da kullanmış, ben Los Angeles’teki Walt Disney Konser Salonu'nda gördüm ilk kez (1999-2003). Los Angeles Flarmoni orkestrasına ev sahipliği de yapan salon için, Gehry pek çok ünlü mimarın da katıldığı uluslararası bir yarışmayı kazanmış. Akustiği çok başarılı bir salon olarak tanımlanmakta. Önce cepheyi taş gibi farklı malzemelerle tasarlamış ancak Guggenheim’daki ektiyi görünce titanyuma dönmüş.
Walt Disney Konser Salonu, Los Angeles, F. Gehry
Titanyum, tabi ki çok özel ve etkili bir malzeme, günün ve etrafın renklerini birebir yansıtmakta, yağmurlu bir havada grileşirken, güneşli havaları da düşünün, ama en etkilisi batmakta olan güneş olsa gerek. Guggenheim’ın Işıklandırmasını merak etmiştim gece ama, ben farklı bir ışıklandırma beklerken, minimumda tutmuş Gehry.
Guggenheim Müzesi, Bilbao, F. Gehry
Müzenin önemli ve kalıcı bir eseri, Gehry’nin isteğiyle ‘minimalist yenilikçi heykel ‘anlayışıyla akımın önde gelen sanatçılarından Richard Serra’nın yaptığı ‘Snake (Yılan)’. Snake, Almanya’da özel bir çelikten üretilmiş, zamanla paslanarak bugünkü rengini almış. Müzenin açılışı için, 1997’de sipariş edilmiş ilk eserin etrafına 2005 yılında 7 eser daha yerleştirilmiş. Yalnızca Snake’in 1034 ton ağırlığında olduğunu düşünürsek, kalıcı olmasının bir başka nedeni de otaya çıkmakta.
Guggenheim Müzesi, Bilbao, R. Serra
Richard Serra’nın bir başka sergisine de, New York’taki Dia Beacon müzesinde de rastlamıştım, bana yine aynı heyecanı vermişti.
Dia Beacon, New York, R. Serra
Müzenin kalıcı sergilerden birisi de, giriş kısmında yer alan köpek Puppy, Jeff Koons’a ait bu eser rengarenk çiçeklerden oluşmakta ki, ben sonbaharda denk düştüm, ilkbahar ya da yaz aylarında çok daha canlı olsa gerek.
Guggenheim Müzesi, Bilbao, J. Koons
Müzede kalıcı pek çok eser yer almakta, bir diğeri de Jeff Koons’un ‘Tulips’i, 25 yıl boyunca müzenin dışında sergilendikten sonra, içerde sürekli olarak sergilendiği mekana taşınmış.
Guggenheim Müzesi, Bilbao, J. Koons
Guggenheim’ın arka tarafında ise Louise Bourgeois’e ait Maman isimli dev bir örümcek heykeli yer almakta, 9 metrelik bu metal heykel, karnında taşıdığı yumurtaları koruyan örümcek ile, annelik içgüdülerini yansıtmakta.
Guggenheim Müzesi, Bilbao, L. Bourgeois
2010 yılında kaybettiğimiz sanatçını 1996 yılında yaptığı ‘Spider’ adlı eserini Richard Serra’nınkiler gibi 2019 yılında New York’taki Dia Beacon’da görme olanağını bulmuştum.
Dia Beacon, New York, L. Bourgeois
‘Tall Tree and the eye’ yine müzenin arka tarafında, açık alanda yer alan, Anish Kapoor’a ait bir eser, sanatçının eserleri dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi 2013-2014’te Sabancı Müzesi’nde de sergilenmişti.
Guggenheim Müzesi, Bilbao, A. Kapoor
Keza New York’taki Guggenheim Müzesi de eserlerinin sergilendiği noktalardan birisi. Anish Kapoor deyince, aklıma Şikago’daki Millennium Park geliyor, Skidmore, Owings&Merill’in tasarladığı, 2004 yılında açılan park aslında Grand Parkın bir parçası, Kapoor’un ‘Cloud Gate’ adlı eseri (2006) herkes gibi bana çok eğlenceli gelmişti. Altında, önünde, arkasında eğlenceli resimler, selfie’ler çekilince, günümüzün modası malum, herkese de keyifli gelmekte.
Grand Park, Şikago, A. Kapoor
Parkta, Gehry’nin de yapıları yer almakta, yine titanyumun kullanıldığı Jay Pritzker Pavyonu’nun yanısıra, parkı Maggie Daley Park’ı ile bağlayan yaya köprüsü de, mimarın imzasını taşımakta. Pritzker müzik pavyonuna kısaca değinecek olursak, 2004 yılında açılmış, Grand Park senfoni orkestrası ve korosunun yanı sıra, Grand Park klasik müzik festivaline de ev sahipliği yapmakta, hem de ücretsiz olarak.
Grand Park, Şikago, F. Gehry
Bilbao’daki müzedeki Fog Sculpture ise Fujiko Nakaya’ya ait, müzenin arkasındaki havuzda zaman zaman oluşan sis heykeli. Bence, müzenin dış görünüşünde ‘ben de varım’ diyen bir diğer eser ise, ‘The red Arc’. Nervion nehri üzerinde yer alan La Salve köprüsü üzerinde, Daniel Bren tarafından eklenmiş kırmızı bir kemer.
Guggenheim Müzesi, Bilbao, Red Arc, D. Bren
Red arc, Tall Tree and the eye, Maman
Her yapı bir ‘Bilbao efekti’ olamaz ama, yolunuz kente düşerse, Intermodal-Coach Station’ da (otogar) görülecek yapılar listenize eklemenizi öneririm.
Intermodal-Coach Station, Bilbao
Listenize eklemeği önereceğim bir diğer bir yapı da, Azkuna Zentro, eski bir yapı, avlusuna inşa edilmiş, ofis niteliğinde çok katlı birkaç yapıyı barındırmakta. Bu yeni yapıların her bir kolonu ayrı bir görsellikte, her birinin önünde ayrı ayrı resim çektirmeğe değer, alt katındaki sergileri de kaçırmayın derim.
Askuna Zentro, Bilbao
Guggenheim Müzesi’nin biletini günler öncesinde internet üzerinden almıştık, kapılar, çok dakik olarak, sabah 10:00’da açıldı. Şansımıza, geçici sergi Picasso’nun heykelleri idi. Ama pek çok ziyaretçi gibi, biz de müze için oradaydık, geçici sergi bonus oldu. Sabah 10:00 öncesi kapısının önünde açılmasını bekleyen insanları görünce, ‘Bilbao efektinin’ etkisini daha iyi anlıyor insan.
Guggenheim Müzesi, Bilbao, F. Gehry, iç mekan görüntüler
İstanbul için bir ‘Bilbao Efekti’nin gerekmediğini düşünebiliriz ama yine de, keşke diyorum, Peter Eisenman’ın Yenikapı Arkeoloji Müzesi projesi gerçekleşseydi... Keşke diyorum, Frank Gehry’nin Tepebaşı’ndaki Kültür Merkezi projesi gerçekleşseydi...
* Fotoğrafların tümü A. Birgül Yılmaz'a aittir.