20. Yüzyıl Türk Mimarlığının "Kaybedilen" Yapıları

E. Seda KAYIM / 03 Temmuz 2009
Bir yapıyı “değerli” ve “önemli” kılan nedir? Eğer “zamanının tanığı” olmak ise, 20’inci yüzyılın yapıları dönemlerini anlatmazlar mı bize? Ya da tanık olduğumuzu sandığımız mimarlıkları kendimizin anlatacağını mı var sayarız?

Grafik Uygulama: Meltem Doğan Yeler

Mimarın yarı-tanrı olarak algılandığı, yapılarının da buna paralel olarak zamansız olduğuna inanılan erken 20'inci yüzyıldan bugüne, mimarlık disiplini ve onun üretim alanı içinde konumlanan aktörlerin kavranışı elbette çok değişti. Kentsel hafızanın çevre ve yapı ölçeğine dair biriktirdiği imgelerin zaman zaman hasar görebilmesi, kent ile her daim problemli olan ilişkinin bir parçası olarak olağanlaştırıldı. Yapılar, karşıladıkları işlev itibariyle ileri teknoloji toplumlarının yoğun iletişim ağı içerisinde kendilerine yer bulamaz oldular bazen. Onların yerini, yeni talepler ve ihtiyaçlar doğrultusunda gerçekleşecek yeni yapılar aldı. Ya da kimi zaman bir uçak kazası, bir yangın, bir terörist saldırı binaları yer yüzünden sildi. Ancak tüm bunlar, kentsel mekanın olağan devingenliği içerisinde algılanmalıydı. Hiçbir şey sonsuza dek var olamazdı; olmamalıydı. Kenti de, mimarlığı da bu geçicilik hissiyatı üzerinden yeniden kavramak gerekiyordu. Las Vegas'tan öğrenmek de zaten böyle bir şeydi.

Ancak 20'inci yüzyılla birlikte, mimarlık ürünlerine dair farklı bir sorunsalla da karşılaşıldı. Nesneye değerini, onun "eski" oluşu üzerinden atfeden geleneksel dünya kavrayışı, yerini, tasarıma, yeniliğe ve hatta öznel estetik değerlerin biçtiği beğeniye göre atfedilen bir kültürel değerler sistemine bıraktı. Dolayısıyla kültürün "miras" bıraktığı mimarlık ürünü de, artık gerçekten miras bırakılmış olduğu kabul edilenlerden ibaret olamazdı. Toplumun onu özgül bağıntıları içerisinde kültürünün bir parçası olarak benimsemesi, kullanması, dolayısıyla toplumsal hafızaya eklemlenmiş olması idi mimarlığı korunması gereken bir "miras" kılan.



Günümüz Türkiyesi'nde halen korumaya ilişkin olarak devam eden pek çok tartışma, işte yukarıda sözü geçen sorunsallar üzerine odaklanıyor. Çünkü bir yapının muhafazası, iyileştirilmesi ve korunması, halen farklı parametrelere takılabiliyor. Bugün 18'inci veya 19'uncu yüzyılın Türk kentlerinde geride bıraktıklarının sayıca azlığı, nasıl "koruma kültürü" olarak adlandırılabilecek bir toplumsal duyarlığın noksanlığına paralel olarak anlamlandırılabiliyorsa, 20'inci yüzyılın özgül mimarlık üretimlerini de benzer toplumsal açmazlar bekliyor. Bu dosya da, Türk mimarlık sahnesinin önemsenen aktörlerinin 20'inci yüzyıl içinde gerçekleştirdikleri ve artık var olmayan yapılarının başlangıç niteliğindeki bir dökümü niteliğini taşıyor. Amaçlanan ise, bu yapıların ortadan kalkışlarına ilişkin bir yeniden sorgulama başlatmak. Hiç şüphesiz bu yapıların tamamının bilinçli ve kasti olarak yıkıldıklarını iddia etmek olağan gözükmüyor. Çünkü, en başta belirtildiği gibi, kentsel mekan kaçınılmaz olarak tüketiyor ve yeniden üretiyor. Fakat problemli gözüken, söz konusu yapıların yıkımlarına giden toplumsal güzergahın nasıl olup da kendi iç dinamiklerinde çözüme ve uzlaşmaya ulaşamadığı oluyor. Sonuç olarak kentler elbette rant üretiyor ve rant sayesinde gelişiyor; dönüşüyor. Ancak yalnızca bazı örneklerde karşılaşılan adaletsizlik ve hak-hukuksuzluk, her zaman suçlanması gerekenin tek başına rant olmadığını gösteriyor. Türkiye'de nitelikli 20'inci yüzyıl mimarlıklarının yaşamlarına devam etmeleri için çok daha farklı paradigmalarla başa çıkmak gerekiyor.


Maltepe Havagazı Fabrikası ve Elektrik Santrali (1929-2006)
Taksim Belediye Gazinosu (1938-1965)
Termal Büyük Otel (1938-1984)
Balıkesir Kervansaray Oteli (1956 - 2006)
TBMM Lojmanları (1984-2008)
Tatilya (1996-2006)
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :