"Mimarlık Dünyası Dedikodu İle Dolu ve Ben, Dedikoduya Bayılırım"

E. Seda KAYIM / 02 Temmuz 2010
Archigram'ın efsanevi mimarı Peter Cook, geçtiğimiz Nisan ayında Amerikan Mimarlar Enstitüsü (AIA) Avrupa Birimi, YTÜ Mimarlık Fakültesi, Mimarlar Odası Genel Merkezi ve Yapı-Endüstri Merkezi (YEM) tarafından düzenlenen "İstanbul: Tarih, Kültür, Mimarlık Katmanları" başlıklı etkinlik kapsamında ağırlanmıştı. Etkinliğin ikinci gününde gerçekleştirdiği "Buluşlar" (Inventions) sunumunu kelime oyunları, esprili benzetmeler, bol jest ve mimik il süsleyen Cook, yurtdışından gelen ziyaretçilerin ve tüm mimarların tam anlamı ile afyonunun patlamasını sağlamıştı.

Cook ile, aynı ay içerisinde Pratt'te yaptığı sunumdan çok daha başarılı olduğunu itiraf ettiği konuşması sonrasında biraz havadan sudan, kaçınılmaz olarak da toplumdan ve mimarlıktan konuştuk.




Çizimleriniz ve resimleriniz, çok renkli ve kaotik mekanlar tasvir ediyorlar. Bu çalışmalar nasıl tasarıma dönüşüyor ya da sonuç ürüne nasıl yansıyor?


Üretim safhası başladı mı öyle bir hızla ilerliyor ki, çoğu zaman bir adım geriye atıp konsept ile ilgilenmeye fırsatınız olmuyor aslında. Bunu yakın zamanda yalnızca Kunsthaus Graz projesinde yapabildim. Üstelik bir daha o projenin içine girmeyeceğimi bildiğim bir noktada, neredeyse inşa sürecinin sonunda yeniden eskizler yapmaya başladım. Oysa ki Kunsthaus'taki çok bilinçli bir süreçti… Sonra da birden bire "Aman Tanrım, şu an bununla uğraşıyorsam yeni proje üzerine çalışmıyorum demektir" diye düşünmeye başlıyorsunuz. "Bir müze bitirmemiz lazım!" Hatta şu anda da bir müze bitirmemiz lazım! Aman Tanrım, ne yapıyorum? Oturup çalışmam gerekirken neredeyse bir haftadır Türkiye'deyim! Ve bu çok zor. Bence Türkiye'ye gelmem iyi oldu; eşim ile bir-iki gün geçirebilmemiz de iyi oldu. Ama diğer yandan, altı günlük yaratıcı çalışmadan mahrum kaldım. Ki iki gün de başka işler yapmam gerekiyordu. Hadi üç diyelim, buraya gelerek en az üç günlük yaratıcı çalışmadan mahrum oldum.

Bu durum sizin için zor ya da üzücü mü?

Bazen, şayet geldiğim yer sıkıcı ise! "Tanrım, ne kadar sıkıcı bir konferans! Ne işim var burada? Dönüp çalışmam gerekiyor" diye sızlanırdım. Ama sızlanıyor olsam da burada kalmazdım. Yaşlandıkça bencilleşiyorsunuz. Ama diğer yandan da hiçbir şey yapmamak bazen faydalı olabiliyor. Yani illa ki zararlı bir şey değil…

Yani mimarlık sizin için tam zamanlı bir iş midir?


Evet!

Dinlenmek, kafanızı dağıtmak istediğinizde neler yaparsınız peki?

Müzik dinlerim.

Sadece müzik mi?

Evet…

Bir şeyler çalabiliyor musunuz?

Hayır. Oğlumuz şu sıralar müzik okulu için hazırlanıyor. Ve onun sayesinde Yael ve ben bu aralar çok fazla müzik dinliyoruz. Gerçi birlikte olmaya başlamamızdan önce de her ikimiz de bireysel olarak çok sık müzik dinlerdik.

Öyleyse, kitap okuyacağınız zaman da illa ki bir mimarlık kitabı mı okursunuz?


Çoğu zaman hayır… Roman, biyografi ve gazete okurum. Çoğunlukla da uçakta okuyabiliyorum. Yolculuktayken yanıma bir kitap alırım ve otelime vardığımda, hele ki kendi başıma kalacağım kesinse, vaktimi okuyarak geçiririm. Ama gün bazlı olarak kitap okuyan birisi değilimdir.

Designboom'a verdiğiniz röportajda, güncel haberlerden dedikodu yolu ile haberdar olduğunuzu belirtmiştiniz. Gerçekten de dedikodunun verimli bir iletişim aracı olduğuna inanıyor musunuz?

Evet, kesinlikle! Mimarlık dünyası dedikodu ile dolu ve ben, dedikoduya bayılırım. İyi bir lokantada iyi dostlar ve birkaç tanımadığım kişi ile bir araya gelip dedikodu yapmaktan daha fazla hoşuma giden pek az şey vardır. İstanbul'a geldiğimde yerli dedikodudan haberdar olamadım. Burada katıldığımız gezi programının bir sorunu, ilginç yerli mimarlar ile tanışamamamız oldu. Ve biliyorum, burada ilginç mimarlar olmalı! Berlin'e, Los Angeles'a gittiğimde veya kuzeye çıktığımda, buralardaki mimarları tanıyorum. Barselona'dan da bazı mimarlar tanıyorum. Ve söz konusu mimarlar da başkalarını tanıyorlar, onlar da başklarını… Bu sayede, mesela Barselona'da olduğumda iyi dedikoduyu yakalayabiliyorum. Bir bağlantı sayesinde yakaladığınız dedikoduyu da taşıyorsunuz ve o dağılıyor. Sonra New York'a geliyorsunuz ve bakıyorsunuz ki herkes artık haberdar… New York'ta da başka dedikodulara kulağınız çalınıyor. Eminim burada da çok iyi dedikodular var. Ama biz bunlara değemiyoruz; gerçek bağlantılar ile çevreye eklemlenemeyen yabancı bir grubuz. Buralarda bir yerde "dedikodu"yu kapabileceğimiz bir bar olmalı! (gülüyor)

Arkeologların üç işi iyi yaptıkları söylenir: içmek, flört etmek ve dedikodu yapmak. Biz mimarların "iyi yaptığı" şeyler sizce neler?

Bunu arkeologlar için mi söylemişler? Bence bu tanım mimarlar için olmalı! İçki içmek, flört etmek ve diğeri neydi? Dedikodu… Kesinlikle!

Sizce 21. yüzyılın, yani geçtiğimiz on senenin en önemli veya sizin bakış açınız ile en görünür toplumsal paradigma kayması hangisi idi?


Sanırım en görünür ve önemli olanı, dini ve politik cemaatleşmeye gösterilen eğilim oldu –ki oldukça huzursuzluk verici… Türkiye'de ve Ortadoğu ülkelerinde bu daha kuvvetli bir şekilde hissedildi. Batı ise bu gibi şeylere karşı kayıtsız kalıyormuş gibi gözükmeyi yeğler. Batı'da sosyal karışımların "emilim"inin hala makul edilebilir düzeyde olduğunu söyleyebilirim. Ancak örneğin Londra'da, gerçek anlamı ile çok kültürlü bir toplum bulunuyor. Her halükarda dini ve politik cemaatleşmede yaşanan kavram kaymasının, bugün küresel üretkenlik bağlamında rastladığımıza kıyasla daha büyük olduğu söylenebilir. Kaldı ki, unutmayın, bugün bir arabanın bileşenleri çok sayıda farklı ülkede üretilebiliyor ve araba, bambaşka bir yerde oluşturuluyor. Arabanın milliyeti yok! Ama aynı zamanda "cemaatçilik" olarak nitelendirdiğimiz şey de arttı. Bunu burada da görebiliyorsunuz; örtülüler ve örtülü olmayanlar… Bu noktada ve pek çok diğer alanda da fark edilebiliyor. Batı'da ve Akdeniz'de ve belki Latin Amerika'da ise daha az…

Peki sizce cemaatleşmenin ivme kazanması ile mimarlık arasında bir bağ kurulabilir mi?

Muhtemelen! Bence bu gerçek, belli düzeyde bir tür bölgeselciliğe yol açabilir. Ve pek de tercih etmeyeceğimiz bir türüne… Şimdilik görmüyoruz; "burada" görmüyoruz. Hatta belki de tam tersini gözlemliyoruz. Fakat yakın zamanda mimarlık anlamında böyle bir dalga ile karşılaşabiliriz. Bunu hoş karşılamıyorum aslında; sadece böyle bir olasılık dikkatimi çekiyor.


Bu röportajın devamını YAPI Dergisi - 2010 /344 Temmuz Sayısı'nda bulabilirsiniz.
İlişkili Haberler
Bu Haberi Sosyal Medyada Paylaşın
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış.
Bu İçeriğe Yorum Yazın
Ad Soyad
E-posta
Yorum
Kalan karakter :