"Kültürlerin birbirine geçtiği, kimin taşı, kimin evi çok ayrıştıramadığınız bir yerdir Mardin. Onun için, en güzeli yetmez, en derinlikli ve hisli üretimleri yapmak gerekir." Hiza Mimarlık Kurucusu Bünyamin Atan, Kentin Tozu için yazdı.
Mardin'den Mezopotamya © Arş. Gör. Erhan Kılıç
Kentin Tozu'nda mimarlar; şehirlerini, coğrafyalarını, iklimlerini, kentlere dair hikâyelerini anlatmaya devam ediyor. Bir kenti nasıl tanımladıklarını, ona nasıl baktıklarını... Doğdukları ya da yaşadıkları kenti; etkilendikleri ya da onları dönüştüren bir kenti... Ya da...
Dördüncü bölüm konuğumuz, Hiza Mimarlık Kurucusu Bünyamin Atan. "Bu yazıda amacım, bir kenti anlatmak, çıkarımlarda bulunmak değil, mimari yolculuğumu belirlemeye çalışırken geçmişin beni nasıl bulduğunu ve kentlerin bana nasıl etki ettiğini anlatmaktır." diyerek başlıyor hikâyesine.
Coğrafyanın Beşere Etkisi
Mardin’in Kızıltepe ilçesinde, Mezopotamya’da doğup büyüdüm. Mezopotamya vurgusunu önemsiyorum çünkü, toprak ile tanışıklığımı ve sonra da tanımlama biçimimi bu vurgu belirliyor. Karacadağ’a hasretle bakan toprak, Mardin’den bakıldığında deniz gibi görünen yer; işte orası Kızıltepe. Mardin için, halk arasında; “Gecesi gerdanlık, gündüzü mezarlık” denir. Bu söz de, yine aynı yerden, Kızıltepe’den bakılarak söylenmiş. Işıklar yandığında, Mardin’in formu ışıldayan bir gerdanlık şeklinde olur. Gündüz ise Mardin’in üst üste yerleşimi, mezar taşları hissi verir.
Dönelim Mezopotamya ve Mardin’in arasındaki hasrete. Hasret diyorum, çünkü sürekli bir bakış hali var ama bir araya geliş yok. Yok, çünkü; Mardin kayaların, ova ise toprağın egemenliğinde. Bu nedenle aralarındaki hasret hep baki kalacak. Belki de, ikisinin mimarlığını ayrı, özel ve anlamlı kılan budur.
Üniversite yıllarına kadar bu ikiliye bakıp durdum ama dile dökemedim. Yeni yeni dilim çözülmüş gibi hissediyorum. Başka diyarlar ile tanışınca... Mimarlık okumak için gittiğim Eskişehir’de anladım coğrafyanın etkisini. Ormanlık alanları çok olduğu için, geleneksel yapı tekniğinin ahşap merkezli olması gibi. Hatta Odunpazarı ilçesinin hikâyesini tariflemesi gibi. Bir yapı malzemesi önce kenti şekillendiriyor, ekonomisini belirliyor sonra da muhite ismini veriyor. Bunu ilk fark ettiğimde çok etkilenmiştim.
Odunpazarı - Eskişehir
Üniversite sonrasında İstanbul’a yolculuk
İstanbul ile uzaktan bir tanışıklığımız vardı. Lisans döneminde, sık sık çeşitli sergi ve etkinlikler için gelip, fragmanlar şeklinde yaşadım kenti. Sonra kalıcı yerleşim için, bir yer, muhit seçmek gerekti. Birkaç denemem oldu çeşitli konumlarda. Bunların ortak özelliği Anadolu yakasında olmalarıydı, daha boş alanlar cazip gelmişti. Sonradan onu da tariflemeye başladım haliyle. Asya, Avrupa’ya nazaran daha ferah, daha sakin ve tarihi kimliğini daha küçük yani mahalle ölçeğinde kurgulamıştı. Tarihi anıtsal yapısının çok az olması buna bir çeşit referans. Bu da, bendeki yerel ve küçük ölçekli duygulara hitap etmişti aslında. Seçtiğim yakanın boğaz köylerini sırasıyla, sokak sokak aşındırdım; Salacak, Kuzguncuk, Beylerbeyi, Çengelköy, Vaniköy, Kandilli, Göksu, Kanlıca… Kıyı ile kurdukları ilişki zamansız gibiydi. Ne yaparsak yapalım bozamayacak, zarar veremeyeceğiz gibi. O kadar güçlü ve etkili...
Vaniköy
Kanlıca © saronic
Uzun bir girişten sonra, çocukluk ve lise yıllarımı geçirdiğim Mardin’den bahsetmek isterim. O zamanlar, Mardin’in Kızıltepe ilçesinde siyasi ve politik olaylar bölgeye hakimdi. Olaylar diyorum çünkü ciddi anlamda, bazı dönemlerde neredeyse her gece, çatışmalar şehir içinde gerçekleşiyordu. Bu tarz olayları ülkenin her yerinde var sanıyorduk. Oysaki sadece biz biliyorduk o duyguyu. Enteresan bir dönemdi. Korku var mıydı çok hatırlamıyorum ama, kapanmışlık kesinlikle vardı. Coğrafyayı çok az gezebildiğimiz, güzelliklerini çok az bildiğimiz bir dönemdi. Bu, herkes için geçerliydi. Aslında ülke genelinde Güneydoğu’nun kimliğine dair çok az bilgi ve görsel üretilmişti. Ben de tam öyle bir dönemde, mimarlığın da vesilesi ile, coğrafyaya efsunlandım. Her fırsatta köyleri ve antik bölgeleri gezmeye çalıştım. Çok az insanın haberdar olduğu o peyzaj, karakter, sosyoloji -adı her neyse- beni sürekli daha da motive etti. Bir çeşit keşif gibi geliyordu. Gördüğüm her şeyi sözlü tarih çalışmasıyla belgelemeye çalışıp, üniversitedeki arkadaşlarıma ve hocalarıma aktarmaya çalıştım. Bazen ilgi gördü, bazen alay konusu oldu. Günün sonunda Güneydoğu’nun neredeyse tamamını gezmiş ve mimarca tanımlamalar yapmış birisi oldum. Bu da Güneydoğu’ya dair birçok konu ile dost olmamı sağladı. Göbeklitepe için müze, Mezopotamya’da cami, taş ocaklarının işlevlendirilmesi, mevsimlik tarım işçileri için mekân, bölgenin önemli ismi El Cezeri için müze, İstanbul’da Mezopotamya tılsımlarına dair çalışmalar ve daha birçok yerel konunun odağında buldum kendimi. Tarihsel geçmişim çok kısa bir sürede beni buldu ve restore etti diyebilirim.
Mardin Taş Ocağı Ziyaretçi Merkezi, 7. Doğal Taş Tasarım Yarışması, Eş Değer Mansiyon (2018)
Mezopotamya Cami, Cami Tasarımı Fikir Yarışması 1.lik Ödülü (2019)
Mevsimlik Tarım İşçileri için Barınma
El Cezeri Bilim Müzesi, Hasankeyf (yapım aşamasında)
Mardin'e geri dönmek kaydı ile, şimdi sıra, yaz aşkı olan Van’da; fiziki coğrafya olarak, Anadolu topraklarında en etkilendiğim yerde. Beşeri coğrafyada Mardin’in yerini kimseye vermem ama. Aslında tam da bu ikilemi fark ettiğim andan bahsetmek istiyorum. Yaz günlerinde bir tatil biçimi olarak, baba memleketi Mardin’den anne memleketi Van’a yolculuğun sunduğu geçişler bende çok iz bırakmış, bunu da yeni yeni tarifleyebiliyorum. Mardin çok sıcak, Van ise çok soğuk bir coğrafya. Çocukken yazlık kıyafetlerin, yolculuk sırasında bir anda kışlık kıyafetlere dönmesinden ibaret sanıyordum iki kentin arasındaki farkı. Şimdi ise diyorum ki, önce mimarlığı sonra da hayatı biçimlendirmiş iklim.
İklim, gelir modelini de oluşturmuş. Mardin’de hayvancılık, et üretmek, Van’da ise süt ve ürünlerini üretmek üzerine işliyor. Mardin’in gastronomisi et ağırlıklı iken, Van’da süt ürünleri ile bir öz yakalanmış. Van’ın kahvaltısının gücü, süt ürünlerinden geliyor. Sadece bu değil Van ile Mardin arasındaki fark. Misal ekmekler. Mardin’de ayakta, yer üstü tandırlar ile ekmek pişirilirken, Van’da “tandır evi” dedikleri, içinde yeraltı tandırların olduğu, yerde pişirme yapılıyor. Tandır evi kelimesi çocukluğuma ait olduğundan ilginç gelmemişti. Geçen bir akrabamın “tandır evlerini yıktık” sözünü işitince fark ettim. Kentin pişirme kültürünü geliştiren bir mekan yıkılmış aslında.
Mimarlık ile aramdaki ilişkinin güçlenmesi, Siirt ile Bitlis arasındaki büryan yemeği kavgasını da düşündürttü. İki şehir de, büryanı kendilerine ait kılmaya çalışır. Siirtliler’in pazarlaması daha güçlü olduğu için herkes bu yemeği onlara ait sanır. Oysa, Siirt’te ekmek için yapılan tüm tandırlar açık ve yer üstünde, Bitlis ise Van gibi çok daha soğuk bir coğrafya olduğundan kapalı tandır evlerine sahiptir. Bu da bir yeraltı tandır yemeği olan büryanın aslında hangi şehre ait olduğunun göstergesidir. Coğrafya, pişirme stilleri, yiyeceklerin türü, iklimin belirlediği mimarlık ile şekillenir; bu, uzun zamanlara yayılan gastronomi kültürünü, coğrafya ise sadece bu anlattıklarımı değil, sosyolojik yapıyı da baştan sona belirler.
2020 yazında Mardin’de Nevzat Sayın’ın daveti ile online bir Atölye gerçekleştirmiştik. Atölyenin konusu Güneydoğu/Ev/ETNİSİTE idi. Bu konulara beni davet etmesinin sebebi, Güneydoğu coğrafyasına ve mimarlığına dair söylemeye çalıştığım sözlerdi. Daha önce ürettiğim Mezopotamya Cami, El Cezeri Müzesi, Mardin Taş Ocağı Müzesi projeleri, beni ETNİSİTE meselesine epey hazırlamıştı. Her projede etnik, sosyolojik ve coğrafik çıkarımlar ile ilerlemeye çalışmıştık. Şimdi ise Atölye için ana konumuz, pandemi nedeniyle kapandığımız Evler idi. Haliyle konu ETNİSİTE merkezli olduğundan, evlerin kimliklerini de belirlemeye çalışmıştık.
Evin Halleri/Etnisite Atölyesi'nden
Atölyede amacımız Mardin’in ayrıksı kimliğini az da olsa tarifleyebilmekti. Karakteristik coğrafyanın, Etnisitenin ve inançların bu kadar çok etkili olduğu kentte, Ev kendini nasıl var etmiş sorusunu sorarak çıktığımız yolda, eve dair 60 kilit çözüm çıkardık. Evlerin topoğrafya ile mücadelesinden evlerin girişine, mekan kurgusundan dekorasyonuna uzanan geçişi inceledik.
Atölyeye dair en net tasvirimiz “Coğrafya evlerin formunu, etnisite iç mekanını, inanç ise dekorasyonunu belirliyor” şeklinde olmuştu. Aslında bu çıkarımlar ile bir tarih kenti olan Mardin’i, üst ölçekten hafifçe alt ölçeğe indirgemeyi başarmış, kentin tozunu biraz almış gibi hissetmiştik.
Mardin Soyutlaması, © Bünyamin Atan
Mardin, çoklu dünyaların aynı sokakta bir araya geldiği yer gibidir. Bir sokağında yürüdüğünüzde, aynı anda 4-5 farklı dili duyabilirsiniz. Sokak dediğiniz yerin yan duvarları, bir anda yükselip birbirine kavuşmaya çalışırcasına yaklaşabilir, sizi gökyüzüne ince bir çizgi ile dahil edebilir. O ince çizgi yine bir anda birleşip, yeni bir hayat tanımlamaya çalışırken kendinizi bir anda kamusal bir dehlizde bulabilirsiniz. Bunun adı "Abbara" derler size; "Bir şeyi bir yerden başka bir yere geçirmek". Mardin’in işte öyle bir etkisi var. Kültürlerin birbirine geçtiği, kimin taşı, kimin evi diye çok ayrıştıramadığınız, fiziki coğrafyanın başrolde olduğu, beşeri coğrafyanın da ona çok iyi eşlik ettiği bir yerdir Mardin. Ben ona, o da bana ait. Onun için en güzeli yetmez, en derinlikli ve hisli üretimleri yapmak gerekir.
Murathan Mungan’ın sözü ile tamamlamak isterim: “Burası benim çocukluk gökyüzüm, nereye gitsem başımın üstünde.”
Mardin’de Abbara